Bir ayrıcalıktır Aöf öğrencisi olmak. Ne kadar örgün öğretimde öğrenim gören arkadaşlarımızıa karşı bir burukluk hissetsekte, onlardan ne kadar üstün olduğumuzun farkındayızda aslında. Her gün vaktimizi ayırarak tek başımıza değerli kitaplarımızın içinde kaybolmak, kendi kurduğumuz şirketin patronuymuş gibi bir haz verir bizlere. Çoğu zaman öğrenmekte zorlansakta pes etmenin yanı sıra, onu anlamaya çalışmak ayrı bir yetenek kazandırır bize.
Bir işletme ikinci sınıf öğrencisiyim. Lise döneminde yaşadığımız olumsuzlukların kurbanı olarak fazla başarı gösteremedim adının ÖSS konduğu maratonda. Ama her şey için bir alternatif vardır mutlaka. Tercihime yazdığım Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi, hayatımın dönüm noktasından biriydi. Kimin için değildiki? Liseye yeni kaydolmuş ergenlik çağına yeni girmiş bir çocuk gibi yaşanılan duydular farklı bir deneyimdi. İşin ciddiyetini anlamak başlarda kolay olmasada vizelerden sonra mutlaka kendini belli eder. Her başarı gibi bunu başarmanında sistemli bir çalışma gerektirdiği öğrenmek biraz geç olur. Çokda uzun sürmez başarı bildirim belgesi elimize geçene kadar bekleriz sadece...
Diğerlerinden farklı olarak kazandığımız yetenekler, disiplin, sorumluluk, sistematik kazanımlarımız gibi bir çok yeteneğimiz tecrübelerimize katkıda bulunuyor. Ve örgün öğretim öğrencileriyle aramızda hukuki ve yasal fark olmamasıda biz Aöf öğrencilerini bir üst düzeye çıkartıyor. Girmiş olduğumuz sınavlar, okulumuzun bize tanıdığı haklar, öğrenim çıktısı olarak alacağımız lisans diplomalarımız. Bize diğerlerinden fark göstermeyecek bir standart sunuyor. Aslında düşünüyorumki iyiki Aöf öğrencisiyiz ve iyiki örgün öğretim öğrencisi değiliz. Çünkü, öğretmeniz, öğrenciyiz, kantin sahibiyiz, vatandaşız, halkız, kampüsüz... bir çok faktörü yaşadığımız evin çatısı altında toplamak ve bunu değerlendirerek öğretim standarlarının üstünde bir eğitim-öğretim hayatın sunmak kendi isteklerimize bağlı bir şey. Böyle bir ayrıcalık sahibi olarak yaşadığımız ve daha yaşayacağımız deneyimlerin öğretecekleri kim bilir ne kadar güzel olacak.
Eskiden yunan atletlerine büyük bir saygı gösterirlerdi. Nitekim olimpitaylardaki başarılar İmparatorluklar için çok önemliydi. Fakat atletlerin sahip oldukları dalların onlara tanrılar tarafından bahşedilmiş yetenekler olunduğuna inanılırdı. Bir maraton koşucusu için antranör yoktu, doğru düzgün bir spor doktoruda ve çekmiş olduğu ağrıların vermiş olduğu psikjolojik sınıntılarını paylaşacakları yakınlarıda. Kendileri antranör, kendileri doktor, kendileri psikolog ve kendileri başarı için yapılacak sistematik çalışmanın kazandıracağı maximum kondisyonun sahibiydiler. Ama bunlar tanrı tarafından bahşedilmiş bir yetenek değildi, onların tek farkı bizim gibi olmalarıydı...
Ve bizde ortaçağ atletlerine saygıyla anıyor onların yaşamış olduğu hayattan cesaret alarak farkımızı ortaya koyuyoruz. BİZ AÖFLÜYÜZ.
Bir işletme ikinci sınıf öğrencisiyim. Lise döneminde yaşadığımız olumsuzlukların kurbanı olarak fazla başarı gösteremedim adının ÖSS konduğu maratonda. Ama her şey için bir alternatif vardır mutlaka. Tercihime yazdığım Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi, hayatımın dönüm noktasından biriydi. Kimin için değildiki? Liseye yeni kaydolmuş ergenlik çağına yeni girmiş bir çocuk gibi yaşanılan duydular farklı bir deneyimdi. İşin ciddiyetini anlamak başlarda kolay olmasada vizelerden sonra mutlaka kendini belli eder. Her başarı gibi bunu başarmanında sistemli bir çalışma gerektirdiği öğrenmek biraz geç olur. Çokda uzun sürmez başarı bildirim belgesi elimize geçene kadar bekleriz sadece...
Diğerlerinden farklı olarak kazandığımız yetenekler, disiplin, sorumluluk, sistematik kazanımlarımız gibi bir çok yeteneğimiz tecrübelerimize katkıda bulunuyor. Ve örgün öğretim öğrencileriyle aramızda hukuki ve yasal fark olmamasıda biz Aöf öğrencilerini bir üst düzeye çıkartıyor. Girmiş olduğumuz sınavlar, okulumuzun bize tanıdığı haklar, öğrenim çıktısı olarak alacağımız lisans diplomalarımız. Bize diğerlerinden fark göstermeyecek bir standart sunuyor. Aslında düşünüyorumki iyiki Aöf öğrencisiyiz ve iyiki örgün öğretim öğrencisi değiliz. Çünkü, öğretmeniz, öğrenciyiz, kantin sahibiyiz, vatandaşız, halkız, kampüsüz... bir çok faktörü yaşadığımız evin çatısı altında toplamak ve bunu değerlendirerek öğretim standarlarının üstünde bir eğitim-öğretim hayatın sunmak kendi isteklerimize bağlı bir şey. Böyle bir ayrıcalık sahibi olarak yaşadığımız ve daha yaşayacağımız deneyimlerin öğretecekleri kim bilir ne kadar güzel olacak.
Eskiden yunan atletlerine büyük bir saygı gösterirlerdi. Nitekim olimpitaylardaki başarılar İmparatorluklar için çok önemliydi. Fakat atletlerin sahip oldukları dalların onlara tanrılar tarafından bahşedilmiş yetenekler olunduğuna inanılırdı. Bir maraton koşucusu için antranör yoktu, doğru düzgün bir spor doktoruda ve çekmiş olduğu ağrıların vermiş olduğu psikjolojik sınıntılarını paylaşacakları yakınlarıda. Kendileri antranör, kendileri doktor, kendileri psikolog ve kendileri başarı için yapılacak sistematik çalışmanın kazandıracağı maximum kondisyonun sahibiydiler. Ama bunlar tanrı tarafından bahşedilmiş bir yetenek değildi, onların tek farkı bizim gibi olmalarıydı...
Ve bizde ortaçağ atletlerine saygıyla anıyor onların yaşamış olduğu hayattan cesaret alarak farkımızı ortaya koyuyoruz. BİZ AÖFLÜYÜZ.