- Katılım
- 9 Şub 2011
- Mesajlar
- 6,043
- Tepkime puanı
- 25
- Puanları
- 48
- Bölüm:
- İşletme
- Şehir:
- Bursa
TÜRKİYE EKONOMİSİ VİZE DERS NOTLARI
ÜNİTE 1
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ VE DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ YERİ
Ekonomi (iktisat) sosyal bir bilimdir. Sosyal bilimlerde fen(doğa) bilimlerinden farklı olarak aynı konuda birden fazla doğru olabilmektedir. Örneğin benzer tedbirlerin yer aldığı bir ekonomi politikası iki farklı ülkede veya farklı zamanlarda uygulandığında farklı sonuçlar yaratmaktadır. Aynı şekilde bir olaya dünyanın değişik yerlerindeki farklı toplumlar aynı tepkileri verebildi ği gibi bazı durumlarda da çok farklı tepkiler de verebilmektedir. Bu tepkilerde ülkenin içinde bulunduğu coğrafya kadar o ülkenin gelişmişlik düzeyi ve toplumsal yapı gibi pek çok faktör etkili olmaktadır. Bu gerçeklerden hareketle, bir ülke ekonomisin değerlendirirken söz konusu ülkenin sahip olduğu tüm kaynakları dikkate almak gerekir.
TÜRKİYENİN COĞRAFİ KONUMU VE DOĞAL KAYNAKLARI: Türkiye’nin Yüzölçümü ve Coğrafi Konumu: Kuzey yarımkürede yer alan Türkiye’nin yüzölçümü 783.577 km kare , izdüşüm alanı ise 779.452 km karedir. Göller ve adalar da dahil edildiğinde, toplam yüzölçümü 814.578 km kareye izdüşüm alanı ise 783.562 km kareye yükselmektedir. Yüzölçümü büyüklüğüne göre yapılan sıralamada Türkiye dünyanın 34’ncü büyük ülkesidir. Ülke topraklarının yarıdan fazlası dağlarla ve engebeli arazilerle kaplı olduğu için ortalama yükselti oldukça yüksektir. (1.132 m) Bu nedenle gerçek yüzölçümü ile izdüşüm alanı arasında önemli bir farklılık mevcuttur. Türkiye Coğrafi olarak 3 kıtanın (ASYA, AVRUPA, AFRİKA) birbirine en çok yaklaştığı yerde, Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayıran iki önemli deniz boğazının üzerindedir. Ülke topraklarının yaklaşık %97’si Asya, %3’ü ise Avrupa kıtasındadır.Ülke yaklaşık olar ak 35 derece – 42 derece kuzey paralelleri ile 25 derece – 44 derece doğu meridyenleri arasında yer alır. Türkiye’nin en doğusu ile en batısı arasındaki uzaklık 1.660 km iken kuzey ile güney arasındaki mesafe 650 km’dir. Türkiye doğuda Gürcistan (276 km) Ermenistan (328km) Azerbaycan (18 km) ve İran (560 km) batıda Yunanistan (203 km) ve Bulgaristan (269 km) güneyde Irak (384 km) ve Suriye (911 km) ile komşudur. Ülkenin toplam sınır uzunluğu 10.765 km’dir. Bunun 2.949 km’si kara, 7.846 km’si ise deniz sınırıdır. Coğrafi konum Türkiye’ye başta jeopolitik ve ekonomik olmak üzere pek çok açıdan fırsatların yanı sıra tehditler de yaratmaktadır. Coğrafi konumun doğurduğu tehditlere soğuk savaş döneminin getirdiği olumsuzlukları, Ortadoğu da yaşanmış / yaşanmakta çatışmaları ve savaş ortamını örnek verebiliriz.
Coğrafi Bölgeler ve Ekonomik Faaliyetler Arasında İlişki: Türkiye coğrafi olarak 7 bölgeye (Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu ,Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ) ve idari açıdan 81 ile (vilayete) ayrılmıştır. Coğrafi bölgeler tespit edilirken bölge içinde yer alacak illerin hem doğa şartlarının hem de beşeri ve ekonomik özelliklerinin nispeten benzerlik göstermesi önemli kriterlerdir. Coğrafi yapı bölgedeki tüm üretim faaliyetlerini etkilemektedir.Yüksek, engebeli, ısı farkının yüksek olduğu ve kış şartları nın uzun sürdüğü bölgelerde tarım (bitkisel üretim) ve sanayi faaliyetleri sınırlı kalmaktadır. Bu bölgede hayvancılık faaliyetleri yoğunlaşmaktadır.
Türkiye Yarı kurak biri iklim özelliğine sahiptir. Kuzeyde her mevsim yağışlı olan Karadeniz İklimi, güneyde yazları kurak ve çok sıcak, kışlar ise ılık ve yağışlı olan Akdeniz İklimi görülür. İç bölgelerde (İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güney doğu Anadolu’nun büyük bir kısmında) Karasal iklim görülür. Az yağış alan bu bölgelerde yıllık ve günlük sıcaklık farkları çok olup özellikle iç ve doğu Anadolu da kışlar uzun ve soğuktur. İklim ve doğa koşulları bölgelerin beşeri ve ekonomik yapılarını etkilemektedir.
Türkiye de en çok göz veren bölgelere bakıldığında Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde coğrafi ve iklimsel şartlara bağlı olarak üretimin özellik le sanayileşmenin yetersiz olması, göçü tetikleyen önemli unsurlardandır. Bölgelerin ekonomik kalkınmasının başarılmasında bölgedeki mevcut yapıların iyi etüt edilmesi büyük önem arz etmektedir.
Madenler: Türkiye toprakları, sahip olduğu jeolojik yapı nedeniyle bünyesinde pek çok madeni bulundurmaktadır. Dünya genelinde ticareti yapılan 90 çeşit madenden bugüne kadar sadece13’ünün varlığı Türkiye’de belirlenmemiştir. Türkiye dünyada kendi hammadde gereksiniminin önemli bir bölümünü karşılayabilen maden çeşitliliğine sahip sayılı ülkelerden biri olsa da özellikle petrol, doğalgazve taşkömürü gibi yakıt maddeleri açısından büyük ölçüde dışa bağımlıdır. Türkiye dünya toplamında maden üretiminde 28’inci , üretilen maden çeşitliliği açısından da 10’uncusırada yer almaktadır. Türkiye’de çıkarılan madenleri ‘’yakıt madenleri’’ ‘’hammadde madenleri’’ ve‘’çeşitli madenler’’ olmak üzere 3 temel grupta toplamak mümkündür. Başlıca yakıt madenleri ,Kömür, linyit, petrol ve doğalgazdır.
Hammaddeleri ise, Demir,bakır, krom ve manganez ve bor şekilde sıralanabilir. Stratejik Bir Maden : Bor Türkiye, dünyanın en büyük ve en iyi kalitede bor rezervlerine sahip olup, dünya bor talebinin önemli bir kısmını karşılamaktadır. Dünyada 8 ülkede bor rezervi bulunmakla birlikte önemli bor yatakları Türkiye, ABD VE Rusya’da yer almaktadır. Türkiye toplam 3 milyar ton rezerv miktarı ile dünya toplam bor rezervi sıralamasında %72 lik pay ile ilk sıradadır. Görüldüğü gibi bor çok geniş bir alanda kullanılan stratejik bir üründür.
Su Kaynakları: Türkiye’nin kara sularını akarsular, durgun sular ve yeraltı sular olmak üzere 3 grupta inceleyebiliriz. Türkiye akarsular açısından zengin bir ülke olmasına karşılık bu su kaynaklarının düzensiz akışları ve eğimleri nedeniyle akarsularda nehir taşımacılığı yapılmamaktadır. Akarsular kuvvetli eğimleri ve gömük yataklarıyla büyük hidroelektrik potansiyeline sahiptirler. Türkiye durgun sular (göller) açısından da zengindir. Ülkemizde küçük göller birlikte 120’den fazla doğal göl bulunmaktadır. Türkiye’ nin en büyük gölü 3.712 km kare alan ile Van Gölüdür . Türkiye’nin önemli yeraltı su rezervlerine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Su kaynaklarının önemli bir kısmı buharlaşma ve yeraltı su kaynaklarını besledikleri için kullanılamamaktadır .
Diğer yandan göllerin bir kısmının tuzlu ve sodalı olması dikkate alındığında, Türkiye’nin kullanılabilir su açısından zengin bir ül ke olmadığı söylenebilir. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m küp civarındadır. Türkiye su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır
TÜRKİYENİN NÜFUSU VE DEMOGRAFİK GÖSTERGELERİ
Nüfusun Ülke Ekonomisi Açısından Önemi:Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yerleşik olan nüfus, ülke nüfusunu oluşturmaktadır.Ülke nüfusu ekonomideki temel üretim faktörlerinden emeğin kaynağını oluşturmakta, ayrıca toplam tüketimi belirlemektedir.
Nüfus büyüklüğü kadar nüfusun yaş gruplarına ve yerleşim yerlerine göre dağılımı, eğitim düzeyi ,nüfusa yete rli eğitim ve sağlık hizmetlerinin sunulup sunulmadığını yanı sıra nüfusun ne kadarının sosyal güvenlik sistemi kapsamında olduğu gibi göstergeler de ülkenin sosyoekonomik kalkınması açısından önemlidir . Nüfus ülkenin savunma ve askeri gücü açısındanda belirleyici role sahiptir. Nüfus artış hızı, ülke ekonomisinin yıllık net büyümesini de etkilemektedir. Bu nedenle ülke ekonomisinin yıllık büyüme hızının nüfus artış hızının çok üstünde olması arzulanır. Artan nüfusa bağlı olarak eğitim ve sağlık harcamalarına daha fazla ihtiyaç duyulur. Bu noktada ihtiyacı olan temel hizmetlerin sağlanması gerekir. Bu ise Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sınırlı kaynakların , hızlı nüfus artışı nedeniyle Demografik Yatırımlar için harcanması demektir. Hızlı nüfus artışı ülkenin daha verimli yatırımlara gidecek kaynaklarını emer, dolayısıyla hızlı ekonomik kalkınma açısından olumsuzluk yaratır.
Nüfus Sayımı, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Toplam Nüfus: Nüfus sayımı ülke içinde yaşayan nüfusu doğru bir şekilde tespit edebilmek için yapılmaktadır .
Bu sayımlarda, nüfusun idari birimlere göre dağılımının yanı sıra toplumun başlıca demografik, sosyal ve ekonomik niteliklerini tam ve doğru bir şekilde ortaya çıkaran veriler de elde edilir. Bir ülkede toplu mu oluşturan fertlerin sayısı,cinsiyeti, yaşı, mesleği ve öğrenim durumları, o ekonominin üretim gücünü ortaya koymaktadır. Nüfus ülkenin emek arzın ın belirleyicisidir. Nüfusun yetersiz olması ekonomik kaynakların atıl kalmasına ülkenin üretim gücünün potansiyelinin altında olmasına ve birçok başka olumsuzluğu beraberinde getirmektedir.
Osmanlı İmparatorluğunda Nüfus Sayımı ve Amaçları: Türkiye Cumhuriyeti’nde önce Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk nüfus sayımı 2.Mahmut döneminde 1830-1831 arasında yapılmıştır. Bu nüfus sayımında amaç, devletin asker potansiyelini ve vergi kaynaklarını tespit etmektedir. Bir diğer amaç, ülkede yaşayan Müslüman ve Müslüman olmayan nüfusu ortaya çıkarmaktır. Bu sayımda sadece erkek nüfus sayılmıştır. Osmanlıda Modern anlamda ilk nüfus sayımı 1882 -1890 döneminde gerçekleştirilmiştir . Bu sayımda ülkedeki kadın nüfusuda tespit edilmiştir. Osmanlıda son nüfus sayımı 1903-1907 yılları arasında yapılmıştır. Son sayımda İmparatorluğun toplam nüfusu 20,8 milyon kişidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Nüfus Sayımları: Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan nüfusun tespitine yönelik ilk sayım 1927 yılında yapılmıştır. 1927 sayımında toplam Türkiye nüfusu yaklaşık 13,7 milyon kişidir. İlk nüfus sayımında kadın nüfusu erkeklerden yaklaşık 400 bin kişi fazladır. Cumhuriyet Döneminde ikinci nüfus sayımı 1935 yılında yapılmış bu sayımı takiben 1990 yılında kadar her 5 yılda bir nüfus sayımı gerçekleştirilmiştir. Söz konusu sayımlar belli bir günde sokağa çıkma yasağı uygulanarak yapılmakta idi. Sayım anında ülkede bulunan T.C vatandaşları ile yabancılar sayılmakta buna karşılık ülkede ikamet eden fa kat sayım anında ülke dışında bulunan kişiler ise sayım dışı kalmakta idi. Nüfus sayımı 1990 dan sonra 10 yılda bir yapılmaya başlanmıştır.
25 Nisan 2006’da çıkarılan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne geçilmiştir. 2007 yılın da ilk ADNKS yapılmıştır ve sonuçları 21 ocak 2008 de açıklanmıştır. Sonuçlar TÜİK tarafından her yılın OCAK ayında açıklanmaktadır. Nüfus istatistikleri her yıl bu sisteme dayalı olarak üretilmektedir.
Nüfus Artışı: Cumhuriyet İlanından sonra nüfus artışı teşvik edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemindeki savaşlar, ülke nüfusunu özellikle de erkek nüfusu azalmış idi . Diğer yandan yetersiz sağlık hizmetleri ve beslenmenin yanı sıra diğer faktörlerin de etkisiyle ölüm oranları gelişmiş ülkelere göre oldukça yüksek idi. Nüfus artışı özellikle 2.Dünya savaşından sonra hızlanmıştır. Nüfus artışında, teşviklerin yanı sıra eğitim düzeyinin düşüklüğü de önemli bir belirleyici olmuştur. Yetişkin her bireyin potansiyel bir iş gücü olması aileleri sosyo ekonomik güdülerle daha fazla çocuğa yöneltmiştir. 1950 – 1960 döneminde nüfus artışı rekor düzeye ulaşmıştır. Ülkenin nüfusu 1975 sonrasında da olsa azalma eğilimindedir. Nüfus ülke için her açıdan önemli bir kaynaktır.
Nüfusun Eğitim Özellikleri: Eğitim, iş gücünün niteliği açısından önemli bir göstergedir. Eğitim, işgücünün daha nitelikli hale gelmesini sağlayarak beşeri sermayenin gelişmesini sağlar. Günümüzde beşeri sermaye en az fiziki sermaye kadar önemli bir faktördür. İş gücü niteliği genelde eğitim düzeyi ile ölçülmektedir. Fakat iş gücünün niteliğini sadece alınan diploma ile ölçmek yanıltıcı olabilir. İş başında alınan eğitim ,kullanılan teknoloji ve edinilen deneyim ve tecrübelerde nitelik açısından önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti 1924’teki Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim sistemini, ardından Harf Devrimi(1928) ile de kullanıldığı alfabeyi değişmiştir. Özellikle Harf devrimi ile pek çok kişi yeni sisteme göre okuryazar olmayan nüfusa dahil edilmiştir. Türkiye de eğitim ve öğretim anlamında Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze önemli ilerleme sağlanmış olsa da gelişmiş ülkeler düzeyi henüz yakalanmıştır. 1997 de 4036 sayılı sekiz yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim yasası ile birlikte 5 yıllık olan zorunlu eğitim ve öğretim 8 yıla çıkarılmıştır. Yasa eğitim süresi açısından olumlu sonuçlar yaratırken endüstri ve meslek liselerine yönelik talebi ciddi ölçüde düşürmüştür. Bu da sanayinin nitelikli ara elemanı ihtiyacını karşılamasında olumsuzluklar yaratmıştır.
Türkiye’nin hızla artan nüfusunun eğitim ihtiyacını karşılaması için eğitim harcamalarını artırması gereklidir. Hızlı nüfus artışı eğitim açısından yeni bina ve derslik ihtiyacını artırmaktadır. Bununla birlikte öğretmen açığı da söz konusudur.
TÜRKİYE’DE İNSANİ GELİŞMİŞLİK: 1970’Lerden önce ‘’kalkınma’’ diğer bir ifadeyle ‘’gelişme’’ büyük ölçüde, milli gelirdeki artışlarla eşit görülmekteydi. Genelde ülkenin kalkınma düzeyini ölçmen için kişi başına milli gelir kullanılmıştır. Kalkınmayı ekonomik büyüme ile özdeşleştiren bu yaklaşım, ekonomik büyümenin yoksulluk gerçeğini ortadan kaldırmadığı ve ortaya çıkan çeşitli toplumsal sorunlara çözüm getirmediği için eleştirilmiştir. Kişi başına milli gelir önemli bir refah göstergesi olmasına karşılık iyi okunmadığı vakit yanıltıcı olabilmektedir.
İnsani Gelişme Endeksi: Kalkınmada İnsani Boyutun Ölçülmesi,Ülkelerin kalkınma düzeylerini belirlemede kullanılan en yaygın ölçümlerden biri de Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından kullanılan ‘’insani Gelişmişlik Endeksi (İGE)’’ diğer adıyla ‘’Beşeri Kalkınma Endeksidir.
UNDP 1990 yılından bu yana yıllık İnsani Gelişme Raporu (Beşeri Kalkınma raporu) yayımlamaktadır. Rapor’da ülkelerin ekonomik göstergelerinin yanı sıra ekonomik olmayan göstergelerine ilişkin veriler de ele alınarak İGE değerleri hesaplanmaktadır. Bunun yanında ülkelerin kalkınma politikaları ele alınmakta ve kalkınmada insanı gelişme üzerinde özellikle durulmaktadır.
İGE değerlerine göre ülkeleri 4 gruba ayırmaktadır Bunlar, *Çok yüksek insani gelişme *Yüksek insani gelişme *Orta insani gelişme *Düşük insani gelişme İnsani Gelişme Endeksi Ve Türkiye: UNDP’nin 2011 yılı insani Gelişme Raporu’nda Türkiye 187 ülke arasında 92’nci sıradadır. Türkiye, bir önceki yıla göre iyileşme sağlayarak 3 basamak yukarı çıkmıştır. Bu gelişmede Türkiye’nin milli gelir seviyesinin küresel ekonomik krizden görece az etkilenmesi ve doğumda beklenen yaşam süresinin 72,2 yıldan 74 yıla çıkması önemli rol oynamıştır. Geçmişe yönelik yapılan hesaplamalarda ise Türkiye 1965 yılında düşük insani gelişme düzeyinde iken, 1972 yılında orta insani gelişmişlik düzeyine yükselmiştir. İnsani Gelişmişlik Raporu’nun diğer adıyla Beşeri Kalkınma Raporu’nun hazırlandığı 1990 yılından günümüze Türkiye’nin İGE değerinde yıllık ortalama artış %1, 08 dir. Bu artış dünya ortalamasından (%0,66) yüksek olmasına karşılık, doğru asya ve pasifik ülkeleri ile güney asya ülkelerindeki ortalama orandan düşük kalmıştır.
2011 İnsani Gelişme Raporu ve Türkiye: Türkiye özellikle eğitim, sağlık, gelir dağılımı gibi ekonomik ve sosyal alanda gelişmiş ülkelerin yanı sıra pek çok gelişme yolundaki ülkenin gerisinde kalmıştır. İGE değerlerine göre yapılan sıralamada Türkiye’ni n gerilerinde kalmasında ekonomik olmayan göstergeler oldukça fazla etkili olmuştur. Eğitim ,bili m, sağlık ve diğer çevresel faktörlere ilişkin endekslerdeki düşük performanslar Türkiye’nin sıralamadaki yerini aşağıya çekmiştir. Kişi başına milli gelir sıralamasında 65’inci olan Türkiye gelir dışı insani gelişmişlik endeksi sıralamasında 116’ncı sırada yer almaktadır.
TÜRKİYE’DE İŞGÜCÜ PİYASASINA İLİŞKİN TEMEL GÖSTERGELER:
Türkiye işgücü piyasasındaki gelişmeler aktif nüfus ,işgücüne katılma oranı, bağımlılık oranı, istihdam oranı, işsizlik ve işgücü maliyetleri çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bir ülkede ülke nüfusunun tamamı üretim sürecine katılmamaktadır. Hastalar, yaşlılar, sakatlar, askerler ve mahkumların yanı sıra üniversite yurtları ve yerleştirme yurtlarında kalanlar çalışamamaktadır. Bunların dışında kalan 15 ve daha üstü yaş gruplarındaki bireyler Kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusu oluşturmaktadır. Aktif nüfus ülkenin işgücü arzını oluşturur. Aktif nüfusunun tamam ı istihdam edilmeyebilir.
İstihdam: çalışmak istek ve yeteneğinde bulunan bireylerin üretim sürecinde kullanılmasıdır. İşsiz: İse çalışma istek ve yeteneğinde olduğu halde geçerli ücret ve çalışma şartlarında iş bulamayan bireylere deniz.
İşgücüne Katılma Oranı , Nüfusun işgücü olan kısmının kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusa oranıdır. İKO nüfusun yaş gruplarına göre dağılımının yanı sıra okullaşma oranı, emeklilik yaşı, kişi başına gelir düzeyi gibi pek çok ekonomik ve sosyal değişkene bağlıdır.
Bağımlılık Oranı, İse Ülkede Çalışan her 100 kişinin, bakmakla yükümlü olduğu çalışmayan (0-14 ile 65 + ) kişi sayısı ile ölçülmektedir. Bu oran gençler ve yaşlılar için ayrı ayrı hesaplanmaktadır.
Aktif Nüfus, ülke nüfusunun üretici konumunda olan kesimi , 15-64 yaş arası bireylerden oluşmaktadır. Hastalar, yaşlılar, sakatlar, askerler ve mahkumların yanı sıra üniversite yurtları ve yetiştirme yurtlarında kalanlar, üretim sürecine katılma imkanı olmadıklar için aktif nüfus içinde yer almazlar. 2011 yılı verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 53,6 milyon kişi kurumsal olmayan çalışma çağındaki toplam nüfus içinde 26,7 milyon kişi işgücünü oluşturmaktadır. 2009’da küresel mali krizin de olumsuz etkisiyle üretimde yaşanan daralma işsizlik oranı %14 lük rekor düzeye çıkarmıştır. 2000-2012 döneminde istihdamda tarımın payı hızla azalarak %36 dan %25,2’ye inmiştir.
İşgücü Maliyetlerinde Gelişmeler: Türkiye’de istihdamın arttırılmasında yüksek olan işgücü maliyetlerinin aşağıya çekilmesi önemlidir. Bu maliyetlerin aşağıya çekilmesi hem kayıt dışı istihdamı hem de işsizliği azaltacaktır. 1998 -2010 döneminde işgücü maliyetlerinde reel anlamda bir artış söz konusudur. Şubat 2001 krizi nedeniyle işçi ücretlerine düşük zam yapılması hatta indirme gidilmesi işçi kesiminde maliyetleri azalmıştır. Türkiye, özellikle tekstil gibi belirli ürünlerin üretiminde düşük işgücü maliyetleri nedeniyle önemli bir rekabet üstünlüğüne sahip idi. Son dönemde Türkiye’de işgücü maliyetleri de reel anlamda (Dolar bazında) ciddi bir artış söz konusudur.
TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİK Tanım ve Kapsam: Sosyal güvenlik, sosyal refah devleti anlayışının en önemli uygulamalarından biridir. Sosyal güvenliğin temeli, bireylerin yaşamlarında karşılaşabilecekleri olası risklere karşı önceden tedbir almalarına dayanır. Çünkü bireyler yaşamları boyunca kendi iradeleriyle ya da iradeleri dışında çeşitli mesleki, fizyolojik ve sosyo – ekonomik risklerle karşı karşıyadırlar.
Bireylerin ve bireylerin aileleri için bu risklerin ortadan kaldırılması, etkilerinin azaltılması veya sonuçlarının onarılması sosyal refah devletinin temel yükümlülükleri arasındadır. Ayrıca devlet sosyal güvenlik hizmetlerini toplumu oluşturan tüm bireylere hiçbir ayrım ve ayrıcalık gözetmeden götürmek zorundadır. Sosyal güvenlik sistemi bireylerin bugünü ve geleceği için bir sigorta niteliği taşımaktadır. Sosyal güvenlik sistemi kişilere, belirli sosyal risklerin gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıkan muhtelif zararların, ilave maliyetlerin veya gelir kayıplarının kısmen veya bütünüyle telafisine yönelik ekonomik güvence sistemidir. Uluslararası standartlar bakımından sosyal güvenliğin kapsamında kısa ve uzun vadeli ekonomik ve sosyal risklere karşı sigorta oluşturulması ve belirlenen hak sahiplerine aylık bağlanması ya da diğer ödemelerin yapılması yer almaktadır. Geniş anlamda sosyal güvenlik kapsamına sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar girmektedir. Sosyal hizmetler daha çok bakıma muhtaç durumdaki bireylere yönelik verilen ve onların onurlu bir yaşam için gerekli tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını kapsamaktadır. Sosyal yardımlar ise yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik yardımlardır. Geniş açıdan bakıldığında sosyal güvenlik, toplum refahının artırılması ve yaşam standartlarının yükseltilmesi için sosyal ve ekonomik politikaların hayata geçirilmesini kapsamaktadır.
Sosyal güvenlik kavramı her ne kadar sosyal yardım ve sosyal hizmetleri de içeren geniş bir anlama sahip olsa da sosyal güvenlik sistemleri ağırlıklı olarak sosyal sigortalar temelinde olmuştur. Sosyal güvenlik ihtiyacı çağdaş toplum için bir zorunluluk haline gelmiştir. Bireylerin giderek artan güvenlik ihtiyaçların cevap verecek ve onlara insan onuruna yaraşır huzurlu ve mutlu bir yaşam sunacak bir yapıya ihtiyaç duyulmaktadır.
TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ Osmanlı’da Sosyal Güvenlik: Türk toplum geleneğinin bir parçası olan güçlü aile bağları ve yardımlaşmanın yanı sıra vakıf kültürü toplumundaki sosyal dayanışmayı artmıştır. 18. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’nde Sosyal güvenlik daha kurumsal bir yapı kazanmış ve ilk kez bu yüzyılda sosyal yardım amaçlı vergi toplanmaya başlanmıştır. 19.Yüzyılda ise Darülaceze, Darüşşafaka gibi kurumların yanı sıra emeklilik ve yardımlaşma sandıkları kurulmuştur. Tanzimat sonrasında çalışma hayatı ve işçilerle ilgili yapılan kanuni düzenlemeler ise dar kapsamlıdır.
Bu düzenlemeler,
*Maden Nizamnamesi
*Dilaver Paşa Nizamnamesi
*Maadin Nizamnamesidir.
Modern anlamda sosyal güvenlik Osmanlı Devleti’nde Avrupa’ya oranla oldukça geç gelişme göstermiştir.
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sosyal Güvenlik: Sosyal güvenlik anlamında Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki düzenlemelerin yanı sıra Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki düzenlemeler de dar kapsamlı ve yetersiz kalmıştır. 1921’deki 151 sayılı Ereğli Havzai Fahriyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun ile kurulan Amele Birliği Türkiye’nin kanun ile kurulan ve üyeliği zorunlu olan ilk sosyal güvenlik kuruluşudur. Bunun dışında Cumhuriyetin ilk yıllarında, sosyal sigortalara benzeyen çok sayıda emeklilik ve yardımlaşma sandıkları için kanun çıkarılmıştır.
Sosyal Güvenlik Kuruluşları: Türkiye Cumhuriyeti’nde Modern anlamda sosyal güvenlik sistemi II.Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulmuştur. Savaştan sonra sosyal sigorta kolları ile ilgili ilk kanun, 4772 sayılı iş kazaları, meslek hastalıkları ve analık sigortaları kanunudur(1945) . 4772 sayılı kanuna paralel olarak 4792 sayılı İşçi Sigortaları Kurumu Kanunu (1945) çıkarılmıştır. 4792 sayılı kanunun 1 ocak 1946 ‘da yürürlüğe girmesiyle birlikte o tarihe kadar kurulan çok sayıda işçi sandığı İşçi sigortaları kurumu çatısı altında birleştirilmiştir. 8 Haziran 1949 ‘da kabul edilen ve 1 ocak 1950’de yürürlüğe giren 5434 sayılı kanun ile Türk sosyal güvenlik sisteminin önemli kurumlarından olan Emekli Sandığı kurulmuştur. Sosyal güvenlik alanında 1961 Anayasası önemli bir dönüm noktasıdır. Anayasa’nın (1961) 60.maddesi’nde‘’Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar’’ hükmü ile sosyal refah devletinde kamunun üstleneceği role vurgu yapılmıştır. 1961 Ana yasası yürürlüğe girmesinin ardından işçi statüsünde çalışanlara ilişkin sigorta kollarına ait çeşitli kanunlara dağılmış bulunan düzenlemeler yeniden gözden geçirilmiştir. 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu 1964 ile söz konusu düzenlemelerde birlik sağlanmıştır. Bu kanun’a bağlı olarak 1965’te İşçi sigortaları kurumu, sosyal sigortalar kurumuna (SSK’ya) dönüştürülmüş, işçilerin sosyal güvenlik ile ilgili hakları genişletilmiştir. 1479 Sayılı kanun (1971) ile 1972 yılında Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (Bağ-Kur) kurulmuştur.
Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının Birleştirilmesi ve Genel Sağlık Sigortası: Mayıs 2006’da kabul edilen 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile sosyal sigortalar kurumu (SSk) , emekli sandığı ve bağ-kur tek çatı altında toplanarak Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) oluşturmuştur. Böylece farklı kurum ve kanunlara tabi sigortalıların sigorta hak ve yükümlülüklerinin eşitlenmesi, mali olarak sürdürülebilir tek bir emeklilik ve sağlık sigortası sisteminin kurulması öngörülmüştür.
Reform ile aynı zamanda nüfusun tamamına eşit, kolay ulaşılabilir ve kaliteli sağlık hizmeti sunumu amaçlayan genel sağlık sigortası sisteminin oluşturulması hedeflenmiştir. Bu doğrultuda 31 Mayıs 2006 tarihinde 5510 sayılı Sosyal sigortalar ve gen el sağlık sigortası kanunu kabul edilmiştir. 1 Ocak 2007 ‘de yürürlüğe girmesi öngörülen kanun’un bazı maddelerinin Anayasa mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle tüm hükümleri ile yürürlüğe girmesi gecikmiştir. 5510 sayılı Kanun ile sosyal sigortalar alanında birçok konuda norm ve standart birliği sağlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir.
Sosyal Güvenlikle ile İlgili Sorunlar ve Genel Değerlendirme:Türkiye’deki sosyal güvenlik sisteminin yaşadığı sorunlar, gelişmiş ülkelerin aksine nüfusun yaşlanması ve hayatta kalma beklentisinin yükselmesi gibi demografik nedenlerden çok sistem e dışarıdan yapılan siyasi müdahalelerden kaynaklanmıştır.
Geçmişte devletin açık net ve istikrarlı bir sosyal güvenlik politik asının olması, sisteme dışardan müdahaleyi mümkün kılmıştır. Türk Sosyal sigorta sisteminin sorunları, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan temel sorunlarla büyük ölçüde benzerlikler göstermektedir. Yapısal sorunlar; kurumlar arası norm ve standart farklılıkları, emeklilik yaşı ve erken emeklilik sonu, af uygulamaları ve borçlanma yasaları, kayıt dışı istihdam ve kaçak sorunu, idari ve mali özerlik sorunu, mevcut sistemin yoksulluğa karsı etkin koruma sağlayamaması ve nüfusun tamamının sosyal güvenlik kapsamına alınamaması şeklinde ifade edebiliriz.
Finansal Sorunlar; Aktüeryal dengedeki bozukluk, finansman sorunları, sağlık harcamalarındaki hızlı artışlar, prim tahsilat oranlarındaki düşüklük ile prim oranlarındaki yükseklik, prim karşılığı olmayan ödemeler ve devlet katkısının olmayışı şeklin de sıralayabiliriz.
Sosyal güvenliğin kapsadığı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı, 200li yıllara kadar sosyal devlet gerçeklerini yansıtmamaktadır. Yapılan düzenlemelerle sosyal güvenliğin kapsadığı nüfusun oranı artmıştır. Bu artışın yeterli olduğunu söylemek doğru bir if ade olmayacaktır. Türkiye’de emeklilere ve diğer hak sahiplerine ödenen aylıkları pek çok kişi için yeterli seviyede değildir. Farklı mevzuatlara tabi emekli ve hak sahiplerine birbirinden çok farklı tutarlarda ödeme yapılmaktadır. Uzun bir dönem yüksek enflasyon ortamında bulunan ülkede emekli maaşı dışında başka geliri olmayan önemli sayıdaki birey ve aile, TÜİK ve TÜRK-İŞ ‘in araştırmalarındaki yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Sosyal güvenlik sisteminin gelirleri ve giderleri arasında uygun bir dengenin oluşturulması ve bu dengenin sürdürülebilir olması noktasında henüz istenilen bir görünüm mevcut değildir.Ortalama yaşam süresinin artışı da aylık ödemeleri ve sağlık yardımlarındaki artışlarda sistemin giderlerinin artmasına yol açmıştır.
Sosyal güvenlik sisteminin finansman açığının kapatılması, aktif/pasif sigortalı oranı kadar kayıtlı istihdamın ve reel ücretlerin artışına da ihtiyaç duymaktadır.
Sosyal güvenlik hizmetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi için ilk olarak finansman sıkıntılarının giderilmesi ve mevcut kaynakların etkin ve verimli kullanılması gerekir. Sistemin idari (yönetim) açıdan şeffaf olması noktasında eksiklikler mevcuttur. 1945 yılından bu yana sosyal güvenlikle ilgili kanunlar sıklıkla değiştirilmiştir. Prim oranlarının ödenebilir seviyede olması noktasında OECD standartlarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’de prim oranları oldukça yüksektir.
Sağlık hizmetlerine erişimin kolay ve sağlanan hizmetlerin nitelikli olması için yapılan düzenlemelerden 2000li yıllara kadar istenilen ölçüde başarı sağlanamamıştır.
Yoksullukla mücadele etme noktasında sosyal güvenlik sistemi önemli role sahiptir. İngiltere’de hazırlanan Beveridge Raporu ‘’ yoksulluğu ‘’ çağdaş toplumun yüz karası’’ olarak nitelemekte , yoksullukla mücadele için etkin bir sosyal güvenlik sistemine ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir.
Sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal dengelerinin bozulmasında siyasi müdahalelerin önemli yeri vardır. Özellikle 1992’den sonra sosyal güvenlik kurumlarının gelir- gider dengesi bozulmuştur.
TÜRKİYE’DE BÖLGESEL KALKINMADA GELİŞMELER
Türkiye’de Kalkınma Politikaları: 1923 – 1950 döneminde Türkiye’de ülke çapında kalkınmaya ağırlık verildiği görülmektedir. Bunun sebebi ise ülkenin tamamının kalkınma açısından yetersiz, diğer bir ifadeyle az gelişmiş olmasıdır. Bununla birlikte z aman içinde nüfusun ve yatırımların ülke içinde yayılması ve belli merkezlerde toplanması politikaları denenmiştir. 1950- 1960 döneminde özel sektör yatırımları daha çok İstanbul ve Marmara Bölgesinde yoğunlaşmıştır. Devlet kamu yatırımlarını her ne kadar ülke geneline yaymak istemişse de dağıtımda ülkenin doğu kesimi yeterli payı almamıştır.
1960 sonrasındaki bölgesel kalkınma politikasının amacı bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltarak ekonomik kalkınmayı hızlandırma şeklinde ifade edilebilir.
DPT’nin hazırladığı kalkınma planlarına bölgesel kalkınma için ilk önce alt yapı geliştirmesin ağırlık verilmiştir.Bölgesel gelişmeyi sağlamak için bölge planlamaları, kalkınmada öncelikli yöreler , il, gelişme planları ve kalkınma planları nın bölgesel önlemleri birer araç olarak kullanılmıştır. Türkiye’deki en önemli bölge planı Güneydoğu Anadolu projesidir.
Bölgesel Kalkınma Politikalarında AB Müktesebatına Uyum Süreci: Bölgeler arası gelişmişlik farklarının Azaltılmasında Avrupa Birliği (AB) önemli başarı sağlanmıştır. Birlik, kendi içindeki az gelişmiş bölgelere yönelik olarak uyguladığı politikalarla bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azaltılmasını sağlamıştır. Türkiye AB Müktesebatı’na uyum kapsamında Birliğin bölgesel politikasının önemli bir unsuru olan yeni bölge tanımlamasına geçmiştir. Bu bölge sisteminin adı ‘’İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması’’ dır. Türkiye birinci beş yıllık kalkınma planın da önerilen ‘’kalkınma ajansı’’ şeklindeki yerel kurumsal yapı tesis edilemediğinden bugüne kadar hazırlanan dokuz bölge kalkınma planı içinde GAP dışında hiçbir bölge planında istenilen düzeye ulaşılmıştır. Türkiye AB’ye adaylık süreci ile birlikte yeni bölgesel kalkınma politikalarına yönelmiştir. Türkiye’de bölgesel gelişmede uzun süre yerel paydaşların ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) rolü göz ardı edilmiştir.
Türkiye’de Bölgesel Gelişmişlik Farklılıkları : Türkiye’de sosyo ekonomik göstergelerin yanı sıra gelir dağılımı açısından da bakıldığında bölgeler arasında ciddi oranda gelişmişlik farklılıkları söz konusudur. Kişi başına gelir açısından bakıldığında 12 bölge arasında en yüksek ortalama gelir 14.873 TL ile İstanbul bölgesinde, en düşük ise 5.418 TL ile Güneydoğu Anadolu bölgesindedi r. İstanbul’da en zengin %20 lik kesimin ortalama geliri 33.549 Tl iken, Düneydoğu Anadolu’da 12.545 TL ddir. İstanbuldaki en yoksul %20lik kesimin ortalama geliri 5,348 TL dir. Türkiye’de bölgelerin gayri safi katma değere katkılarına bakıldığında en yüksek paya %27,7 ile İstanbul, en düşük paya %1,5 ile Kuzeydoğu Anadolu bölgesi sahiptir.
Ekonomik olmayan göstergelere bakıldığında da bölgeler arasında farklılıklar mevcuttur. Şehirleşme, nüfus artış hızı, bebek ölüm oranları, doğumda anne ölüm oranları, üniversite sayıları, kişi başına düşen uzman hekim ve hemşire sayılarında bölgeler arasında ciddi farklılıklar mevcuttur.
TÜRKİYE’DE TASARRUF EĞİLİMİNDE GELİŞMELER:
Hızlı ekonomik büyüme için ülkenin daha fazla yatırıma dolayısıyla tasarrufa ihtiyacı vardır. Ekonominin mantığında ise yatırımlar tasarruflara eşit olması gerekir. Eğer yatırımları finanse edecek yurtiçi tasarruf yetersiz ise yurtdışı tasarruflara ödünç alınır. Yetersiz yurtiçi tasarruflar Türkiye’nin cari işlemler dengesindeki yüksek açığın temel sebebidir.
Türkiye’de Ekonomik büyümeyi hızlandırabilmek için gerekli olan yatırımların arttırılmasında en önemli sıkıntı tasarrufların arttırılmamasıdır. 1988 – 2001 döneminde tasarruf oranının azalmasında kamu tasarruflarındaki düşüş önemli rol oynamıştır. Bu dönemde artan sosyal güvenlik açıkları, kamu iktisadi teşebbüslerinin zararları ve bütçe açıkları kamu tasarruf eğilimi düşürmüştür.
Gelir Gruplarına Göre Tasarruf Eğilimi: Genel olarak bakıldığında Türkiye’deki üst gelir gruplarında tasarruf eğiliminin yüksek olduğu buna karşılık düşük gelir gruplarında tasarruf eğiliminin nispeten düşük olduğu görülmektedir. En düşük gelir grubunda ise negatif tasarruf söz konusudur. Türkiye’deki tasarruf eğiliminin düşük çıkmasının, ülkemizdeki tasarruf anlayışının da öne milli etkisi vardır. Ülkedeki tasarrufların kayda değer bir kısmı ‘’yastık altı’’ şeklinde değerlendirilmekte ve finansal sistemde değerlendirilmediği için de yatırımların finansmanında kullanılmamaktadır. Mevcut yapının oluşmasında bireylerin ve toplumun tasarruf anlayışı kadar tasarrufları değerlendiren finansal sistemin özellikle bankacılık sisteminin de önemli rolü olduğunu belirtmek gerekir.
DÜNYA EKONOMİSİNDE TÜRKİYENİN YERİ: Türkiye ekonomisi şubat 2001 krizinden sonra hızlı bir büyüme sürecine girmiş ülke 2002-2011 döneminde ortalama %6,5 oranında büyümüştür .Türkiye 2010 yılı verilerine göre cari fiyatlarla 734,4 milyar dolar GSYH büyüklüğü ile dünyanın 17.nci büyük ekonomisidir.
Satın alma gücü paritesine göre GSYH tutarı .116 milyar dolar olan Türkiye SGP’ye göre yapılan GSYH sıralamasında dünyanın 15.nci büyük ekonomisi konumundadır. Türkiye beşeri kalkınma diğer bir ifadeyle insani gelişme açısından dünya ülkeleri arasında ekonomik gelişmişlik düzeyiyle pa ralel bir noktada değildir. Dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında yer alan Türkiye, beşeri kalkınma endeksi sıralamasında 187 ülke arasında 92’nci sıradadır.Türkiye’de yurtiçi tasarruf GSYH oranı giderek düşmektedir. Türkiyedeki tasarruf eğilimi oranı genel olarak bakıldığında orta gelir grubundaki ülkelere benzer niteliktedir. Tasarruf oranı Türkiye gibi yüksek büyüme hızına sahip ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin tasarruf oranı bu ülkelere göre düşük düzeyde kakmaktadır.
ÜNİTE 1
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ VE DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ YERİ
Ekonomi (iktisat) sosyal bir bilimdir. Sosyal bilimlerde fen(doğa) bilimlerinden farklı olarak aynı konuda birden fazla doğru olabilmektedir. Örneğin benzer tedbirlerin yer aldığı bir ekonomi politikası iki farklı ülkede veya farklı zamanlarda uygulandığında farklı sonuçlar yaratmaktadır. Aynı şekilde bir olaya dünyanın değişik yerlerindeki farklı toplumlar aynı tepkileri verebildi ği gibi bazı durumlarda da çok farklı tepkiler de verebilmektedir. Bu tepkilerde ülkenin içinde bulunduğu coğrafya kadar o ülkenin gelişmişlik düzeyi ve toplumsal yapı gibi pek çok faktör etkili olmaktadır. Bu gerçeklerden hareketle, bir ülke ekonomisin değerlendirirken söz konusu ülkenin sahip olduğu tüm kaynakları dikkate almak gerekir.
TÜRKİYENİN COĞRAFİ KONUMU VE DOĞAL KAYNAKLARI: Türkiye’nin Yüzölçümü ve Coğrafi Konumu: Kuzey yarımkürede yer alan Türkiye’nin yüzölçümü 783.577 km kare , izdüşüm alanı ise 779.452 km karedir. Göller ve adalar da dahil edildiğinde, toplam yüzölçümü 814.578 km kareye izdüşüm alanı ise 783.562 km kareye yükselmektedir. Yüzölçümü büyüklüğüne göre yapılan sıralamada Türkiye dünyanın 34’ncü büyük ülkesidir. Ülke topraklarının yarıdan fazlası dağlarla ve engebeli arazilerle kaplı olduğu için ortalama yükselti oldukça yüksektir. (1.132 m) Bu nedenle gerçek yüzölçümü ile izdüşüm alanı arasında önemli bir farklılık mevcuttur. Türkiye Coğrafi olarak 3 kıtanın (ASYA, AVRUPA, AFRİKA) birbirine en çok yaklaştığı yerde, Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayıran iki önemli deniz boğazının üzerindedir. Ülke topraklarının yaklaşık %97’si Asya, %3’ü ise Avrupa kıtasındadır.Ülke yaklaşık olar ak 35 derece – 42 derece kuzey paralelleri ile 25 derece – 44 derece doğu meridyenleri arasında yer alır. Türkiye’nin en doğusu ile en batısı arasındaki uzaklık 1.660 km iken kuzey ile güney arasındaki mesafe 650 km’dir. Türkiye doğuda Gürcistan (276 km) Ermenistan (328km) Azerbaycan (18 km) ve İran (560 km) batıda Yunanistan (203 km) ve Bulgaristan (269 km) güneyde Irak (384 km) ve Suriye (911 km) ile komşudur. Ülkenin toplam sınır uzunluğu 10.765 km’dir. Bunun 2.949 km’si kara, 7.846 km’si ise deniz sınırıdır. Coğrafi konum Türkiye’ye başta jeopolitik ve ekonomik olmak üzere pek çok açıdan fırsatların yanı sıra tehditler de yaratmaktadır. Coğrafi konumun doğurduğu tehditlere soğuk savaş döneminin getirdiği olumsuzlukları, Ortadoğu da yaşanmış / yaşanmakta çatışmaları ve savaş ortamını örnek verebiliriz.
Coğrafi Bölgeler ve Ekonomik Faaliyetler Arasında İlişki: Türkiye coğrafi olarak 7 bölgeye (Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu ,Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ) ve idari açıdan 81 ile (vilayete) ayrılmıştır. Coğrafi bölgeler tespit edilirken bölge içinde yer alacak illerin hem doğa şartlarının hem de beşeri ve ekonomik özelliklerinin nispeten benzerlik göstermesi önemli kriterlerdir. Coğrafi yapı bölgedeki tüm üretim faaliyetlerini etkilemektedir.Yüksek, engebeli, ısı farkının yüksek olduğu ve kış şartları nın uzun sürdüğü bölgelerde tarım (bitkisel üretim) ve sanayi faaliyetleri sınırlı kalmaktadır. Bu bölgede hayvancılık faaliyetleri yoğunlaşmaktadır.
Türkiye Yarı kurak biri iklim özelliğine sahiptir. Kuzeyde her mevsim yağışlı olan Karadeniz İklimi, güneyde yazları kurak ve çok sıcak, kışlar ise ılık ve yağışlı olan Akdeniz İklimi görülür. İç bölgelerde (İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güney doğu Anadolu’nun büyük bir kısmında) Karasal iklim görülür. Az yağış alan bu bölgelerde yıllık ve günlük sıcaklık farkları çok olup özellikle iç ve doğu Anadolu da kışlar uzun ve soğuktur. İklim ve doğa koşulları bölgelerin beşeri ve ekonomik yapılarını etkilemektedir.
Türkiye de en çok göz veren bölgelere bakıldığında Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde coğrafi ve iklimsel şartlara bağlı olarak üretimin özellik le sanayileşmenin yetersiz olması, göçü tetikleyen önemli unsurlardandır. Bölgelerin ekonomik kalkınmasının başarılmasında bölgedeki mevcut yapıların iyi etüt edilmesi büyük önem arz etmektedir.
Madenler: Türkiye toprakları, sahip olduğu jeolojik yapı nedeniyle bünyesinde pek çok madeni bulundurmaktadır. Dünya genelinde ticareti yapılan 90 çeşit madenden bugüne kadar sadece13’ünün varlığı Türkiye’de belirlenmemiştir. Türkiye dünyada kendi hammadde gereksiniminin önemli bir bölümünü karşılayabilen maden çeşitliliğine sahip sayılı ülkelerden biri olsa da özellikle petrol, doğalgazve taşkömürü gibi yakıt maddeleri açısından büyük ölçüde dışa bağımlıdır. Türkiye dünya toplamında maden üretiminde 28’inci , üretilen maden çeşitliliği açısından da 10’uncusırada yer almaktadır. Türkiye’de çıkarılan madenleri ‘’yakıt madenleri’’ ‘’hammadde madenleri’’ ve‘’çeşitli madenler’’ olmak üzere 3 temel grupta toplamak mümkündür. Başlıca yakıt madenleri ,Kömür, linyit, petrol ve doğalgazdır.
Hammaddeleri ise, Demir,bakır, krom ve manganez ve bor şekilde sıralanabilir. Stratejik Bir Maden : Bor Türkiye, dünyanın en büyük ve en iyi kalitede bor rezervlerine sahip olup, dünya bor talebinin önemli bir kısmını karşılamaktadır. Dünyada 8 ülkede bor rezervi bulunmakla birlikte önemli bor yatakları Türkiye, ABD VE Rusya’da yer almaktadır. Türkiye toplam 3 milyar ton rezerv miktarı ile dünya toplam bor rezervi sıralamasında %72 lik pay ile ilk sıradadır. Görüldüğü gibi bor çok geniş bir alanda kullanılan stratejik bir üründür.
Su Kaynakları: Türkiye’nin kara sularını akarsular, durgun sular ve yeraltı sular olmak üzere 3 grupta inceleyebiliriz. Türkiye akarsular açısından zengin bir ülke olmasına karşılık bu su kaynaklarının düzensiz akışları ve eğimleri nedeniyle akarsularda nehir taşımacılığı yapılmamaktadır. Akarsular kuvvetli eğimleri ve gömük yataklarıyla büyük hidroelektrik potansiyeline sahiptirler. Türkiye durgun sular (göller) açısından da zengindir. Ülkemizde küçük göller birlikte 120’den fazla doğal göl bulunmaktadır. Türkiye’ nin en büyük gölü 3.712 km kare alan ile Van Gölüdür . Türkiye’nin önemli yeraltı su rezervlerine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Su kaynaklarının önemli bir kısmı buharlaşma ve yeraltı su kaynaklarını besledikleri için kullanılamamaktadır .
Diğer yandan göllerin bir kısmının tuzlu ve sodalı olması dikkate alındığında, Türkiye’nin kullanılabilir su açısından zengin bir ül ke olmadığı söylenebilir. Kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m küp civarındadır. Türkiye su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır
TÜRKİYENİN NÜFUSU VE DEMOGRAFİK GÖSTERGELERİ
Nüfusun Ülke Ekonomisi Açısından Önemi:Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yerleşik olan nüfus, ülke nüfusunu oluşturmaktadır.Ülke nüfusu ekonomideki temel üretim faktörlerinden emeğin kaynağını oluşturmakta, ayrıca toplam tüketimi belirlemektedir.
Nüfus büyüklüğü kadar nüfusun yaş gruplarına ve yerleşim yerlerine göre dağılımı, eğitim düzeyi ,nüfusa yete rli eğitim ve sağlık hizmetlerinin sunulup sunulmadığını yanı sıra nüfusun ne kadarının sosyal güvenlik sistemi kapsamında olduğu gibi göstergeler de ülkenin sosyoekonomik kalkınması açısından önemlidir . Nüfus ülkenin savunma ve askeri gücü açısındanda belirleyici role sahiptir. Nüfus artış hızı, ülke ekonomisinin yıllık net büyümesini de etkilemektedir. Bu nedenle ülke ekonomisinin yıllık büyüme hızının nüfus artış hızının çok üstünde olması arzulanır. Artan nüfusa bağlı olarak eğitim ve sağlık harcamalarına daha fazla ihtiyaç duyulur. Bu noktada ihtiyacı olan temel hizmetlerin sağlanması gerekir. Bu ise Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sınırlı kaynakların , hızlı nüfus artışı nedeniyle Demografik Yatırımlar için harcanması demektir. Hızlı nüfus artışı ülkenin daha verimli yatırımlara gidecek kaynaklarını emer, dolayısıyla hızlı ekonomik kalkınma açısından olumsuzluk yaratır.
Nüfus Sayımı, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Toplam Nüfus: Nüfus sayımı ülke içinde yaşayan nüfusu doğru bir şekilde tespit edebilmek için yapılmaktadır .
Bu sayımlarda, nüfusun idari birimlere göre dağılımının yanı sıra toplumun başlıca demografik, sosyal ve ekonomik niteliklerini tam ve doğru bir şekilde ortaya çıkaran veriler de elde edilir. Bir ülkede toplu mu oluşturan fertlerin sayısı,cinsiyeti, yaşı, mesleği ve öğrenim durumları, o ekonominin üretim gücünü ortaya koymaktadır. Nüfus ülkenin emek arzın ın belirleyicisidir. Nüfusun yetersiz olması ekonomik kaynakların atıl kalmasına ülkenin üretim gücünün potansiyelinin altında olmasına ve birçok başka olumsuzluğu beraberinde getirmektedir.
Osmanlı İmparatorluğunda Nüfus Sayımı ve Amaçları: Türkiye Cumhuriyeti’nde önce Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk nüfus sayımı 2.Mahmut döneminde 1830-1831 arasında yapılmıştır. Bu nüfus sayımında amaç, devletin asker potansiyelini ve vergi kaynaklarını tespit etmektedir. Bir diğer amaç, ülkede yaşayan Müslüman ve Müslüman olmayan nüfusu ortaya çıkarmaktır. Bu sayımda sadece erkek nüfus sayılmıştır. Osmanlıda Modern anlamda ilk nüfus sayımı 1882 -1890 döneminde gerçekleştirilmiştir . Bu sayımda ülkedeki kadın nüfusuda tespit edilmiştir. Osmanlıda son nüfus sayımı 1903-1907 yılları arasında yapılmıştır. Son sayımda İmparatorluğun toplam nüfusu 20,8 milyon kişidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Nüfus Sayımları: Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan nüfusun tespitine yönelik ilk sayım 1927 yılında yapılmıştır. 1927 sayımında toplam Türkiye nüfusu yaklaşık 13,7 milyon kişidir. İlk nüfus sayımında kadın nüfusu erkeklerden yaklaşık 400 bin kişi fazladır. Cumhuriyet Döneminde ikinci nüfus sayımı 1935 yılında yapılmış bu sayımı takiben 1990 yılında kadar her 5 yılda bir nüfus sayımı gerçekleştirilmiştir. Söz konusu sayımlar belli bir günde sokağa çıkma yasağı uygulanarak yapılmakta idi. Sayım anında ülkede bulunan T.C vatandaşları ile yabancılar sayılmakta buna karşılık ülkede ikamet eden fa kat sayım anında ülke dışında bulunan kişiler ise sayım dışı kalmakta idi. Nüfus sayımı 1990 dan sonra 10 yılda bir yapılmaya başlanmıştır.
25 Nisan 2006’da çıkarılan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne geçilmiştir. 2007 yılın da ilk ADNKS yapılmıştır ve sonuçları 21 ocak 2008 de açıklanmıştır. Sonuçlar TÜİK tarafından her yılın OCAK ayında açıklanmaktadır. Nüfus istatistikleri her yıl bu sisteme dayalı olarak üretilmektedir.
Nüfus Artışı: Cumhuriyet İlanından sonra nüfus artışı teşvik edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemindeki savaşlar, ülke nüfusunu özellikle de erkek nüfusu azalmış idi . Diğer yandan yetersiz sağlık hizmetleri ve beslenmenin yanı sıra diğer faktörlerin de etkisiyle ölüm oranları gelişmiş ülkelere göre oldukça yüksek idi. Nüfus artışı özellikle 2.Dünya savaşından sonra hızlanmıştır. Nüfus artışında, teşviklerin yanı sıra eğitim düzeyinin düşüklüğü de önemli bir belirleyici olmuştur. Yetişkin her bireyin potansiyel bir iş gücü olması aileleri sosyo ekonomik güdülerle daha fazla çocuğa yöneltmiştir. 1950 – 1960 döneminde nüfus artışı rekor düzeye ulaşmıştır. Ülkenin nüfusu 1975 sonrasında da olsa azalma eğilimindedir. Nüfus ülke için her açıdan önemli bir kaynaktır.
Nüfusun Eğitim Özellikleri: Eğitim, iş gücünün niteliği açısından önemli bir göstergedir. Eğitim, işgücünün daha nitelikli hale gelmesini sağlayarak beşeri sermayenin gelişmesini sağlar. Günümüzde beşeri sermaye en az fiziki sermaye kadar önemli bir faktördür. İş gücü niteliği genelde eğitim düzeyi ile ölçülmektedir. Fakat iş gücünün niteliğini sadece alınan diploma ile ölçmek yanıltıcı olabilir. İş başında alınan eğitim ,kullanılan teknoloji ve edinilen deneyim ve tecrübelerde nitelik açısından önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti 1924’teki Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim sistemini, ardından Harf Devrimi(1928) ile de kullanıldığı alfabeyi değişmiştir. Özellikle Harf devrimi ile pek çok kişi yeni sisteme göre okuryazar olmayan nüfusa dahil edilmiştir. Türkiye de eğitim ve öğretim anlamında Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze önemli ilerleme sağlanmış olsa da gelişmiş ülkeler düzeyi henüz yakalanmıştır. 1997 de 4036 sayılı sekiz yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim yasası ile birlikte 5 yıllık olan zorunlu eğitim ve öğretim 8 yıla çıkarılmıştır. Yasa eğitim süresi açısından olumlu sonuçlar yaratırken endüstri ve meslek liselerine yönelik talebi ciddi ölçüde düşürmüştür. Bu da sanayinin nitelikli ara elemanı ihtiyacını karşılamasında olumsuzluklar yaratmıştır.
Türkiye’nin hızla artan nüfusunun eğitim ihtiyacını karşılaması için eğitim harcamalarını artırması gereklidir. Hızlı nüfus artışı eğitim açısından yeni bina ve derslik ihtiyacını artırmaktadır. Bununla birlikte öğretmen açığı da söz konusudur.
TÜRKİYE’DE İNSANİ GELİŞMİŞLİK: 1970’Lerden önce ‘’kalkınma’’ diğer bir ifadeyle ‘’gelişme’’ büyük ölçüde, milli gelirdeki artışlarla eşit görülmekteydi. Genelde ülkenin kalkınma düzeyini ölçmen için kişi başına milli gelir kullanılmıştır. Kalkınmayı ekonomik büyüme ile özdeşleştiren bu yaklaşım, ekonomik büyümenin yoksulluk gerçeğini ortadan kaldırmadığı ve ortaya çıkan çeşitli toplumsal sorunlara çözüm getirmediği için eleştirilmiştir. Kişi başına milli gelir önemli bir refah göstergesi olmasına karşılık iyi okunmadığı vakit yanıltıcı olabilmektedir.
İnsani Gelişme Endeksi: Kalkınmada İnsani Boyutun Ölçülmesi,Ülkelerin kalkınma düzeylerini belirlemede kullanılan en yaygın ölçümlerden biri de Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından kullanılan ‘’insani Gelişmişlik Endeksi (İGE)’’ diğer adıyla ‘’Beşeri Kalkınma Endeksidir.
UNDP 1990 yılından bu yana yıllık İnsani Gelişme Raporu (Beşeri Kalkınma raporu) yayımlamaktadır. Rapor’da ülkelerin ekonomik göstergelerinin yanı sıra ekonomik olmayan göstergelerine ilişkin veriler de ele alınarak İGE değerleri hesaplanmaktadır. Bunun yanında ülkelerin kalkınma politikaları ele alınmakta ve kalkınmada insanı gelişme üzerinde özellikle durulmaktadır.
İGE değerlerine göre ülkeleri 4 gruba ayırmaktadır Bunlar, *Çok yüksek insani gelişme *Yüksek insani gelişme *Orta insani gelişme *Düşük insani gelişme İnsani Gelişme Endeksi Ve Türkiye: UNDP’nin 2011 yılı insani Gelişme Raporu’nda Türkiye 187 ülke arasında 92’nci sıradadır. Türkiye, bir önceki yıla göre iyileşme sağlayarak 3 basamak yukarı çıkmıştır. Bu gelişmede Türkiye’nin milli gelir seviyesinin küresel ekonomik krizden görece az etkilenmesi ve doğumda beklenen yaşam süresinin 72,2 yıldan 74 yıla çıkması önemli rol oynamıştır. Geçmişe yönelik yapılan hesaplamalarda ise Türkiye 1965 yılında düşük insani gelişme düzeyinde iken, 1972 yılında orta insani gelişmişlik düzeyine yükselmiştir. İnsani Gelişmişlik Raporu’nun diğer adıyla Beşeri Kalkınma Raporu’nun hazırlandığı 1990 yılından günümüze Türkiye’nin İGE değerinde yıllık ortalama artış %1, 08 dir. Bu artış dünya ortalamasından (%0,66) yüksek olmasına karşılık, doğru asya ve pasifik ülkeleri ile güney asya ülkelerindeki ortalama orandan düşük kalmıştır.
2011 İnsani Gelişme Raporu ve Türkiye: Türkiye özellikle eğitim, sağlık, gelir dağılımı gibi ekonomik ve sosyal alanda gelişmiş ülkelerin yanı sıra pek çok gelişme yolundaki ülkenin gerisinde kalmıştır. İGE değerlerine göre yapılan sıralamada Türkiye’ni n gerilerinde kalmasında ekonomik olmayan göstergeler oldukça fazla etkili olmuştur. Eğitim ,bili m, sağlık ve diğer çevresel faktörlere ilişkin endekslerdeki düşük performanslar Türkiye’nin sıralamadaki yerini aşağıya çekmiştir. Kişi başına milli gelir sıralamasında 65’inci olan Türkiye gelir dışı insani gelişmişlik endeksi sıralamasında 116’ncı sırada yer almaktadır.
TÜRKİYE’DE İŞGÜCÜ PİYASASINA İLİŞKİN TEMEL GÖSTERGELER:
Türkiye işgücü piyasasındaki gelişmeler aktif nüfus ,işgücüne katılma oranı, bağımlılık oranı, istihdam oranı, işsizlik ve işgücü maliyetleri çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bir ülkede ülke nüfusunun tamamı üretim sürecine katılmamaktadır. Hastalar, yaşlılar, sakatlar, askerler ve mahkumların yanı sıra üniversite yurtları ve yerleştirme yurtlarında kalanlar çalışamamaktadır. Bunların dışında kalan 15 ve daha üstü yaş gruplarındaki bireyler Kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusu oluşturmaktadır. Aktif nüfus ülkenin işgücü arzını oluşturur. Aktif nüfusunun tamam ı istihdam edilmeyebilir.
İstihdam: çalışmak istek ve yeteneğinde bulunan bireylerin üretim sürecinde kullanılmasıdır. İşsiz: İse çalışma istek ve yeteneğinde olduğu halde geçerli ücret ve çalışma şartlarında iş bulamayan bireylere deniz.
İşgücüne Katılma Oranı , Nüfusun işgücü olan kısmının kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusa oranıdır. İKO nüfusun yaş gruplarına göre dağılımının yanı sıra okullaşma oranı, emeklilik yaşı, kişi başına gelir düzeyi gibi pek çok ekonomik ve sosyal değişkene bağlıdır.
Bağımlılık Oranı, İse Ülkede Çalışan her 100 kişinin, bakmakla yükümlü olduğu çalışmayan (0-14 ile 65 + ) kişi sayısı ile ölçülmektedir. Bu oran gençler ve yaşlılar için ayrı ayrı hesaplanmaktadır.
Aktif Nüfus, ülke nüfusunun üretici konumunda olan kesimi , 15-64 yaş arası bireylerden oluşmaktadır. Hastalar, yaşlılar, sakatlar, askerler ve mahkumların yanı sıra üniversite yurtları ve yetiştirme yurtlarında kalanlar, üretim sürecine katılma imkanı olmadıklar için aktif nüfus içinde yer almazlar. 2011 yılı verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 53,6 milyon kişi kurumsal olmayan çalışma çağındaki toplam nüfus içinde 26,7 milyon kişi işgücünü oluşturmaktadır. 2009’da küresel mali krizin de olumsuz etkisiyle üretimde yaşanan daralma işsizlik oranı %14 lük rekor düzeye çıkarmıştır. 2000-2012 döneminde istihdamda tarımın payı hızla azalarak %36 dan %25,2’ye inmiştir.
İşgücü Maliyetlerinde Gelişmeler: Türkiye’de istihdamın arttırılmasında yüksek olan işgücü maliyetlerinin aşağıya çekilmesi önemlidir. Bu maliyetlerin aşağıya çekilmesi hem kayıt dışı istihdamı hem de işsizliği azaltacaktır. 1998 -2010 döneminde işgücü maliyetlerinde reel anlamda bir artış söz konusudur. Şubat 2001 krizi nedeniyle işçi ücretlerine düşük zam yapılması hatta indirme gidilmesi işçi kesiminde maliyetleri azalmıştır. Türkiye, özellikle tekstil gibi belirli ürünlerin üretiminde düşük işgücü maliyetleri nedeniyle önemli bir rekabet üstünlüğüne sahip idi. Son dönemde Türkiye’de işgücü maliyetleri de reel anlamda (Dolar bazında) ciddi bir artış söz konusudur.
TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİK Tanım ve Kapsam: Sosyal güvenlik, sosyal refah devleti anlayışının en önemli uygulamalarından biridir. Sosyal güvenliğin temeli, bireylerin yaşamlarında karşılaşabilecekleri olası risklere karşı önceden tedbir almalarına dayanır. Çünkü bireyler yaşamları boyunca kendi iradeleriyle ya da iradeleri dışında çeşitli mesleki, fizyolojik ve sosyo – ekonomik risklerle karşı karşıyadırlar.
Bireylerin ve bireylerin aileleri için bu risklerin ortadan kaldırılması, etkilerinin azaltılması veya sonuçlarının onarılması sosyal refah devletinin temel yükümlülükleri arasındadır. Ayrıca devlet sosyal güvenlik hizmetlerini toplumu oluşturan tüm bireylere hiçbir ayrım ve ayrıcalık gözetmeden götürmek zorundadır. Sosyal güvenlik sistemi bireylerin bugünü ve geleceği için bir sigorta niteliği taşımaktadır. Sosyal güvenlik sistemi kişilere, belirli sosyal risklerin gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıkan muhtelif zararların, ilave maliyetlerin veya gelir kayıplarının kısmen veya bütünüyle telafisine yönelik ekonomik güvence sistemidir. Uluslararası standartlar bakımından sosyal güvenliğin kapsamında kısa ve uzun vadeli ekonomik ve sosyal risklere karşı sigorta oluşturulması ve belirlenen hak sahiplerine aylık bağlanması ya da diğer ödemelerin yapılması yer almaktadır. Geniş anlamda sosyal güvenlik kapsamına sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar girmektedir. Sosyal hizmetler daha çok bakıma muhtaç durumdaki bireylere yönelik verilen ve onların onurlu bir yaşam için gerekli tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını kapsamaktadır. Sosyal yardımlar ise yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik yardımlardır. Geniş açıdan bakıldığında sosyal güvenlik, toplum refahının artırılması ve yaşam standartlarının yükseltilmesi için sosyal ve ekonomik politikaların hayata geçirilmesini kapsamaktadır.
Sosyal güvenlik kavramı her ne kadar sosyal yardım ve sosyal hizmetleri de içeren geniş bir anlama sahip olsa da sosyal güvenlik sistemleri ağırlıklı olarak sosyal sigortalar temelinde olmuştur. Sosyal güvenlik ihtiyacı çağdaş toplum için bir zorunluluk haline gelmiştir. Bireylerin giderek artan güvenlik ihtiyaçların cevap verecek ve onlara insan onuruna yaraşır huzurlu ve mutlu bir yaşam sunacak bir yapıya ihtiyaç duyulmaktadır.
TÜRKİYE’DE SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ Osmanlı’da Sosyal Güvenlik: Türk toplum geleneğinin bir parçası olan güçlü aile bağları ve yardımlaşmanın yanı sıra vakıf kültürü toplumundaki sosyal dayanışmayı artmıştır. 18. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’nde Sosyal güvenlik daha kurumsal bir yapı kazanmış ve ilk kez bu yüzyılda sosyal yardım amaçlı vergi toplanmaya başlanmıştır. 19.Yüzyılda ise Darülaceze, Darüşşafaka gibi kurumların yanı sıra emeklilik ve yardımlaşma sandıkları kurulmuştur. Tanzimat sonrasında çalışma hayatı ve işçilerle ilgili yapılan kanuni düzenlemeler ise dar kapsamlıdır.
Bu düzenlemeler,
*Maden Nizamnamesi
*Dilaver Paşa Nizamnamesi
*Maadin Nizamnamesidir.
Modern anlamda sosyal güvenlik Osmanlı Devleti’nde Avrupa’ya oranla oldukça geç gelişme göstermiştir.
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sosyal Güvenlik: Sosyal güvenlik anlamında Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki düzenlemelerin yanı sıra Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki düzenlemeler de dar kapsamlı ve yetersiz kalmıştır. 1921’deki 151 sayılı Ereğli Havzai Fahriyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun ile kurulan Amele Birliği Türkiye’nin kanun ile kurulan ve üyeliği zorunlu olan ilk sosyal güvenlik kuruluşudur. Bunun dışında Cumhuriyetin ilk yıllarında, sosyal sigortalara benzeyen çok sayıda emeklilik ve yardımlaşma sandıkları için kanun çıkarılmıştır.
Sosyal Güvenlik Kuruluşları: Türkiye Cumhuriyeti’nde Modern anlamda sosyal güvenlik sistemi II.Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulmuştur. Savaştan sonra sosyal sigorta kolları ile ilgili ilk kanun, 4772 sayılı iş kazaları, meslek hastalıkları ve analık sigortaları kanunudur(1945) . 4772 sayılı kanuna paralel olarak 4792 sayılı İşçi Sigortaları Kurumu Kanunu (1945) çıkarılmıştır. 4792 sayılı kanunun 1 ocak 1946 ‘da yürürlüğe girmesiyle birlikte o tarihe kadar kurulan çok sayıda işçi sandığı İşçi sigortaları kurumu çatısı altında birleştirilmiştir. 8 Haziran 1949 ‘da kabul edilen ve 1 ocak 1950’de yürürlüğe giren 5434 sayılı kanun ile Türk sosyal güvenlik sisteminin önemli kurumlarından olan Emekli Sandığı kurulmuştur. Sosyal güvenlik alanında 1961 Anayasası önemli bir dönüm noktasıdır. Anayasa’nın (1961) 60.maddesi’nde‘’Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar’’ hükmü ile sosyal refah devletinde kamunun üstleneceği role vurgu yapılmıştır. 1961 Ana yasası yürürlüğe girmesinin ardından işçi statüsünde çalışanlara ilişkin sigorta kollarına ait çeşitli kanunlara dağılmış bulunan düzenlemeler yeniden gözden geçirilmiştir. 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu 1964 ile söz konusu düzenlemelerde birlik sağlanmıştır. Bu kanun’a bağlı olarak 1965’te İşçi sigortaları kurumu, sosyal sigortalar kurumuna (SSK’ya) dönüştürülmüş, işçilerin sosyal güvenlik ile ilgili hakları genişletilmiştir. 1479 Sayılı kanun (1971) ile 1972 yılında Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (Bağ-Kur) kurulmuştur.
Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının Birleştirilmesi ve Genel Sağlık Sigortası: Mayıs 2006’da kabul edilen 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile sosyal sigortalar kurumu (SSk) , emekli sandığı ve bağ-kur tek çatı altında toplanarak Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) oluşturmuştur. Böylece farklı kurum ve kanunlara tabi sigortalıların sigorta hak ve yükümlülüklerinin eşitlenmesi, mali olarak sürdürülebilir tek bir emeklilik ve sağlık sigortası sisteminin kurulması öngörülmüştür.
Reform ile aynı zamanda nüfusun tamamına eşit, kolay ulaşılabilir ve kaliteli sağlık hizmeti sunumu amaçlayan genel sağlık sigortası sisteminin oluşturulması hedeflenmiştir. Bu doğrultuda 31 Mayıs 2006 tarihinde 5510 sayılı Sosyal sigortalar ve gen el sağlık sigortası kanunu kabul edilmiştir. 1 Ocak 2007 ‘de yürürlüğe girmesi öngörülen kanun’un bazı maddelerinin Anayasa mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle tüm hükümleri ile yürürlüğe girmesi gecikmiştir. 5510 sayılı Kanun ile sosyal sigortalar alanında birçok konuda norm ve standart birliği sağlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir.
Sosyal Güvenlikle ile İlgili Sorunlar ve Genel Değerlendirme:Türkiye’deki sosyal güvenlik sisteminin yaşadığı sorunlar, gelişmiş ülkelerin aksine nüfusun yaşlanması ve hayatta kalma beklentisinin yükselmesi gibi demografik nedenlerden çok sistem e dışarıdan yapılan siyasi müdahalelerden kaynaklanmıştır.
Geçmişte devletin açık net ve istikrarlı bir sosyal güvenlik politik asının olması, sisteme dışardan müdahaleyi mümkün kılmıştır. Türk Sosyal sigorta sisteminin sorunları, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan temel sorunlarla büyük ölçüde benzerlikler göstermektedir. Yapısal sorunlar; kurumlar arası norm ve standart farklılıkları, emeklilik yaşı ve erken emeklilik sonu, af uygulamaları ve borçlanma yasaları, kayıt dışı istihdam ve kaçak sorunu, idari ve mali özerlik sorunu, mevcut sistemin yoksulluğa karsı etkin koruma sağlayamaması ve nüfusun tamamının sosyal güvenlik kapsamına alınamaması şeklinde ifade edebiliriz.
Finansal Sorunlar; Aktüeryal dengedeki bozukluk, finansman sorunları, sağlık harcamalarındaki hızlı artışlar, prim tahsilat oranlarındaki düşüklük ile prim oranlarındaki yükseklik, prim karşılığı olmayan ödemeler ve devlet katkısının olmayışı şeklin de sıralayabiliriz.
Sosyal güvenliğin kapsadığı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı, 200li yıllara kadar sosyal devlet gerçeklerini yansıtmamaktadır. Yapılan düzenlemelerle sosyal güvenliğin kapsadığı nüfusun oranı artmıştır. Bu artışın yeterli olduğunu söylemek doğru bir if ade olmayacaktır. Türkiye’de emeklilere ve diğer hak sahiplerine ödenen aylıkları pek çok kişi için yeterli seviyede değildir. Farklı mevzuatlara tabi emekli ve hak sahiplerine birbirinden çok farklı tutarlarda ödeme yapılmaktadır. Uzun bir dönem yüksek enflasyon ortamında bulunan ülkede emekli maaşı dışında başka geliri olmayan önemli sayıdaki birey ve aile, TÜİK ve TÜRK-İŞ ‘in araştırmalarındaki yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Sosyal güvenlik sisteminin gelirleri ve giderleri arasında uygun bir dengenin oluşturulması ve bu dengenin sürdürülebilir olması noktasında henüz istenilen bir görünüm mevcut değildir.Ortalama yaşam süresinin artışı da aylık ödemeleri ve sağlık yardımlarındaki artışlarda sistemin giderlerinin artmasına yol açmıştır.
Sosyal güvenlik sisteminin finansman açığının kapatılması, aktif/pasif sigortalı oranı kadar kayıtlı istihdamın ve reel ücretlerin artışına da ihtiyaç duymaktadır.
Sosyal güvenlik hizmetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi için ilk olarak finansman sıkıntılarının giderilmesi ve mevcut kaynakların etkin ve verimli kullanılması gerekir. Sistemin idari (yönetim) açıdan şeffaf olması noktasında eksiklikler mevcuttur. 1945 yılından bu yana sosyal güvenlikle ilgili kanunlar sıklıkla değiştirilmiştir. Prim oranlarının ödenebilir seviyede olması noktasında OECD standartlarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’de prim oranları oldukça yüksektir.
Sağlık hizmetlerine erişimin kolay ve sağlanan hizmetlerin nitelikli olması için yapılan düzenlemelerden 2000li yıllara kadar istenilen ölçüde başarı sağlanamamıştır.
Yoksullukla mücadele etme noktasında sosyal güvenlik sistemi önemli role sahiptir. İngiltere’de hazırlanan Beveridge Raporu ‘’ yoksulluğu ‘’ çağdaş toplumun yüz karası’’ olarak nitelemekte , yoksullukla mücadele için etkin bir sosyal güvenlik sistemine ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir.
Sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal dengelerinin bozulmasında siyasi müdahalelerin önemli yeri vardır. Özellikle 1992’den sonra sosyal güvenlik kurumlarının gelir- gider dengesi bozulmuştur.
TÜRKİYE’DE BÖLGESEL KALKINMADA GELİŞMELER
Türkiye’de Kalkınma Politikaları: 1923 – 1950 döneminde Türkiye’de ülke çapında kalkınmaya ağırlık verildiği görülmektedir. Bunun sebebi ise ülkenin tamamının kalkınma açısından yetersiz, diğer bir ifadeyle az gelişmiş olmasıdır. Bununla birlikte z aman içinde nüfusun ve yatırımların ülke içinde yayılması ve belli merkezlerde toplanması politikaları denenmiştir. 1950- 1960 döneminde özel sektör yatırımları daha çok İstanbul ve Marmara Bölgesinde yoğunlaşmıştır. Devlet kamu yatırımlarını her ne kadar ülke geneline yaymak istemişse de dağıtımda ülkenin doğu kesimi yeterli payı almamıştır.
1960 sonrasındaki bölgesel kalkınma politikasının amacı bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltarak ekonomik kalkınmayı hızlandırma şeklinde ifade edilebilir.
DPT’nin hazırladığı kalkınma planlarına bölgesel kalkınma için ilk önce alt yapı geliştirmesin ağırlık verilmiştir.Bölgesel gelişmeyi sağlamak için bölge planlamaları, kalkınmada öncelikli yöreler , il, gelişme planları ve kalkınma planları nın bölgesel önlemleri birer araç olarak kullanılmıştır. Türkiye’deki en önemli bölge planı Güneydoğu Anadolu projesidir.
Bölgesel Kalkınma Politikalarında AB Müktesebatına Uyum Süreci: Bölgeler arası gelişmişlik farklarının Azaltılmasında Avrupa Birliği (AB) önemli başarı sağlanmıştır. Birlik, kendi içindeki az gelişmiş bölgelere yönelik olarak uyguladığı politikalarla bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azaltılmasını sağlamıştır. Türkiye AB Müktesebatı’na uyum kapsamında Birliğin bölgesel politikasının önemli bir unsuru olan yeni bölge tanımlamasına geçmiştir. Bu bölge sisteminin adı ‘’İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması’’ dır. Türkiye birinci beş yıllık kalkınma planın da önerilen ‘’kalkınma ajansı’’ şeklindeki yerel kurumsal yapı tesis edilemediğinden bugüne kadar hazırlanan dokuz bölge kalkınma planı içinde GAP dışında hiçbir bölge planında istenilen düzeye ulaşılmıştır. Türkiye AB’ye adaylık süreci ile birlikte yeni bölgesel kalkınma politikalarına yönelmiştir. Türkiye’de bölgesel gelişmede uzun süre yerel paydaşların ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) rolü göz ardı edilmiştir.
Türkiye’de Bölgesel Gelişmişlik Farklılıkları : Türkiye’de sosyo ekonomik göstergelerin yanı sıra gelir dağılımı açısından da bakıldığında bölgeler arasında ciddi oranda gelişmişlik farklılıkları söz konusudur. Kişi başına gelir açısından bakıldığında 12 bölge arasında en yüksek ortalama gelir 14.873 TL ile İstanbul bölgesinde, en düşük ise 5.418 TL ile Güneydoğu Anadolu bölgesindedi r. İstanbul’da en zengin %20 lik kesimin ortalama geliri 33.549 Tl iken, Düneydoğu Anadolu’da 12.545 TL ddir. İstanbuldaki en yoksul %20lik kesimin ortalama geliri 5,348 TL dir. Türkiye’de bölgelerin gayri safi katma değere katkılarına bakıldığında en yüksek paya %27,7 ile İstanbul, en düşük paya %1,5 ile Kuzeydoğu Anadolu bölgesi sahiptir.
Ekonomik olmayan göstergelere bakıldığında da bölgeler arasında farklılıklar mevcuttur. Şehirleşme, nüfus artış hızı, bebek ölüm oranları, doğumda anne ölüm oranları, üniversite sayıları, kişi başına düşen uzman hekim ve hemşire sayılarında bölgeler arasında ciddi farklılıklar mevcuttur.
TÜRKİYE’DE TASARRUF EĞİLİMİNDE GELİŞMELER:
Hızlı ekonomik büyüme için ülkenin daha fazla yatırıma dolayısıyla tasarrufa ihtiyacı vardır. Ekonominin mantığında ise yatırımlar tasarruflara eşit olması gerekir. Eğer yatırımları finanse edecek yurtiçi tasarruf yetersiz ise yurtdışı tasarruflara ödünç alınır. Yetersiz yurtiçi tasarruflar Türkiye’nin cari işlemler dengesindeki yüksek açığın temel sebebidir.
Türkiye’de Ekonomik büyümeyi hızlandırabilmek için gerekli olan yatırımların arttırılmasında en önemli sıkıntı tasarrufların arttırılmamasıdır. 1988 – 2001 döneminde tasarruf oranının azalmasında kamu tasarruflarındaki düşüş önemli rol oynamıştır. Bu dönemde artan sosyal güvenlik açıkları, kamu iktisadi teşebbüslerinin zararları ve bütçe açıkları kamu tasarruf eğilimi düşürmüştür.
Gelir Gruplarına Göre Tasarruf Eğilimi: Genel olarak bakıldığında Türkiye’deki üst gelir gruplarında tasarruf eğiliminin yüksek olduğu buna karşılık düşük gelir gruplarında tasarruf eğiliminin nispeten düşük olduğu görülmektedir. En düşük gelir grubunda ise negatif tasarruf söz konusudur. Türkiye’deki tasarruf eğiliminin düşük çıkmasının, ülkemizdeki tasarruf anlayışının da öne milli etkisi vardır. Ülkedeki tasarrufların kayda değer bir kısmı ‘’yastık altı’’ şeklinde değerlendirilmekte ve finansal sistemde değerlendirilmediği için de yatırımların finansmanında kullanılmamaktadır. Mevcut yapının oluşmasında bireylerin ve toplumun tasarruf anlayışı kadar tasarrufları değerlendiren finansal sistemin özellikle bankacılık sisteminin de önemli rolü olduğunu belirtmek gerekir.
DÜNYA EKONOMİSİNDE TÜRKİYENİN YERİ: Türkiye ekonomisi şubat 2001 krizinden sonra hızlı bir büyüme sürecine girmiş ülke 2002-2011 döneminde ortalama %6,5 oranında büyümüştür .Türkiye 2010 yılı verilerine göre cari fiyatlarla 734,4 milyar dolar GSYH büyüklüğü ile dünyanın 17.nci büyük ekonomisidir.
Satın alma gücü paritesine göre GSYH tutarı .116 milyar dolar olan Türkiye SGP’ye göre yapılan GSYH sıralamasında dünyanın 15.nci büyük ekonomisi konumundadır. Türkiye beşeri kalkınma diğer bir ifadeyle insani gelişme açısından dünya ülkeleri arasında ekonomik gelişmişlik düzeyiyle pa ralel bir noktada değildir. Dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında yer alan Türkiye, beşeri kalkınma endeksi sıralamasında 187 ülke arasında 92’nci sıradadır.Türkiye’de yurtiçi tasarruf GSYH oranı giderek düşmektedir. Türkiyedeki tasarruf eğilimi oranı genel olarak bakıldığında orta gelir grubundaki ülkelere benzer niteliktedir. Tasarruf oranı Türkiye gibi yüksek büyüme hızına sahip ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin tasarruf oranı bu ülkelere göre düşük düzeyde kakmaktadır.