Türk Dili -1- 2.Ünite Ders Özeti

AOFDESTEK

ADMİN
Yönetici
Admin
Katılım
9 Şub 2011
Mesajlar
6,043
Tepkime puanı
25
Puanları
48
Bölüm:
İşletme
Şehir:
Bursa
Türk Dili -1- 2.Ünite Ders Özeti

Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin”
Bir milletin ortak faaliyetlerinin ve iş yapma biçimlerinin tümünü ifade eden kültür; bir şeyleri algılama, değerlendirme ve davranışları yönlendirme açısından zihnî çaba ve bunun tarihî eylem alanına yansıma biçimidir. Öz bir deyişle kültür, bir milletin hayat tarzıdır ve maddi, manevi değerlerinin tümüdür.


KÜLTÜRÜ OLUŞTURAN ÖGELER
Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturan, onu diğer toplumlardan farklı kılan maddi ve manevi ögelerin bütünü; o toplumu çevreleyen ve onun hayatını, düşünce yapısını, dünya görüşünü şekillendiren bütün gerçeklikler ve uygulamalar olduğuna göre kültürü oluşturan ögeler de oldukça çeşitlidir. Toplumların, geçmiş yaşamlarından ve tarihten günümüze taşıdıkları ve güncel hayatın içinde de yer bulan gelenek ve görenekleri; doğruyu, yanlışı, haklıyı, haksızı ayırma biçimleri olan ahlaki değerleri ve anlayışları; öğretileri, değer yargıları, sembolleri, dünya görüşleri, dinleri, deneyimleri, ilişki örüntüleri ve davranış kalıpları, uygulamaları, teşkilatlanma biçimleri, dilleri, edebiyatları, halk dansları, el sanatları, heykel, resim, musiki, minyatür gibi o toplum tarafından üretilen ve kendi millî kimlikleri çerçevesinde belirli bir estetik ve tarz kazanan sanat dalları kültürü oluşturan unsurlardan belli başlılarıdır. Kültürü oluşturan ögeler, genel anlamda maddi ve manevi veya somut ve somut olmayan biçiminde sınıflandırılabilir. Maddi kültür ögeleri mimari, el sanatları, geleneksel kıyafetler, araç-gereçler gibi elle tutulur, gözle görülür, somut olan ögelerdir. Manevi kültür ögeleri ise inançlar, dünya görüşleri, ahlak anlayışı, davranış kalıpları, ilişki örüntüleri gibi toplumsal hayatı çevreleyen öğreti ve değerlerdir.
Somut olmayan, manevi kültürel ögelerin aktarımında dil, önemli bir rol üstlenir. Maddi ve manevi kültürel ögeler, toplumların kimliklerini oluşturarak onların yaşam tarzını, hayata, sanata, estetiğe, etik değerlere vb. yaklaşımlarını, anlayışlarını yansıtmaktadır.

KÜLTÜR DEĞiŞiMLERi
Her kültür, insanların topluma ve doğaya uyma stratejisidir. Uzun vadede bu stratejiler ekonomik, politik ve teknolojik değişmelerde karşılık bulur. Kültürel davranışlar, bir çeşit iç dinamizmle bu değişmelerden etkilenerek güncellenir. Avrupa’da en dikkat çekici kültürel değişmeler sanayi devriminden sonra gerçekleşmiştir.
Nesiller değiştikçe kültürler ve dünya görüşleri de değişmektedir. Bütün bunlardan kültürlenme ya da kültürel davranış edinme süreçlerinin, toplumların ihtiyaçlarına ve beklentilerine göre değişerek devam eden, devingen süreçler olduğu anlaşılır.
Kültürlerarası etkileşim, farklı kültürlerin karşılaşması sonucu ortaya çıkar ve genellikle kültürel sistemlerden birinin ya da her ikisinin değişmesiyle sonuçlanır. 840 yılında Orhun vadisinden Tarım havzasına göç eden Uygur Türkleri, eski Türk inanç sistemi olan Gök Tanrı dininden Maniheizm ve Budizm dinî sistemlerine geçmişlerdir. Uygur Türklerinin, yeni dinleriyle birlikte, dâhil oldukları kültürel çevreler ve benimsedikleri öğreti sistemleri de değişmiştir.

Kültürel değişme süreçlerinde tercümeler de yadsınamaz bir öneme sahiptir. Eski Yunan uyanışı Anadolu, Fenike, Mısır tercümeleri ile; Batı’da Rönesans islam ve Yunan tercümeleri ile; 18. yüzyılda başlayan Germen uyanışı Latin ve Anglosakson tercümeleri ile mümkün olmuştur. islam dininin kabulü, Türkleri bu dine ait öğretileri öğrendikleri Arap ve Farsların kültür dairelerine yaklaştırmış; dâhil olunan bu yeni kültürel çevreler Türk kültür hayatını pek çok açıdan etkilemiştir. Bu dönemde de tercüme faaliyetlerinin devam ettiği, Arapça ve Farsçadan dinî içerikli kaynakların, ilmihallerin, hadislerin, islam hukukuyla ilgili teorik kaynakların, peygamber kıssalarının Türkçeye tercüme edildiği görülür. Anadolu sahasında, Türkçeye tercüme edilen ilk didaktik içerikli edebî eserler arasında Kul Mesut’un Farsçadan çevirdiği Kelile ve Dimne, Hoca Mesut’un Farsçadan çevirdiği Süheyl ü Nevbahar, fieyhoğlu Sadrettin Mustafa’nın Farsçadan çevirdiği Marzubanname, Salebî’nin Arapçadan çevirdiği Kısas-ı Enbiya adlı eseri sayılabilir.


Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in kaleme aldığı Sefaretname, İbrahim Müteferrika’nın Avrupa’da tanıştığı matbaayı istanbul’a taşıması bu anlamda dikkat çeken ilk faaliyetlerdendir. 19. yüzyılda Batı dillerinden özellikle de Fransızcadan Türkçeye yapılan ilk tercümelerin daha çok edebî içerikli olması edebiyatta bir yenilenme ve anlayış değişikliğini yaratmış, Türk edebiyatında ilk roman ve ilk tiyatro eseri bu dönemde yazılmış, gazetecilik faaliyetleri bu dönemde başlamıştır. 19. yüzyılda Batı dillerinden Türkçeye yapılan edebî çevirilerin ilk ürünleri arasında Münif Paşa’nın Voltaire, Fenelon ve Fontenel’den seçilmiş felsefi diyalogları içeren Muhaverat-ı Hikemiyye adlı eseri, Yusuf Kâmil Paşa’nın Fenelon’dan yaptığı Telemak çevirisi, Münif Paşa’nın Victor Hugo’dan Mağdurîn Hikâyesi adıyla yaptığı Sefiller çevirisi, Ahmet Lütfi Efendi’nin Daniel Defoe’dan Hikâye-i Robenson adıyla yaptığı Robinson çevirisi, Recaizade Mahmut Ekrem’in Chateaubriand’dan Atala çevirisi, Ziya Paşa’nın Rousseau’dan Emile çevirisi, Sıddık’ın Saint-Pierre’den Paul ve Virginie çevirisi, Teodor Kasap’ın Aleksandre Dumas Pére’den Monte-Cristo çevirisi sayılabilir.

Tanzimat döneminde gazetecilik faaliyetlerinin başlaması ve giderek hız kazanması, Türk modernleşmesi ve dilde sadeleşme adına önemli bir aşamadır. O dönemde çıkarılan belli başlı gazeteler Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahvâl, Tasvir-i Efkâr, Muhbir, ibret, Devir, Bedir, Tercüman-ı Hakikat, Hadika, Vakit, Sabah’tır. Şiinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi pek çok Türk aydını gazeteler aracılığıyla halka ulaşmış, yenilik hareketleri kadar zihniyet değişiminin de öncüleri olmuştur. Dolayısıyla Tanzimat döneminde gazeteler değişimin en önemli araçlarındandır.



DiL VE KÜLTÜR
Bir toplumun kültürü, bireylerin o topluma kendini kabulettirebilmek için bilmesi ve inanması gereken her türlü bilgi, değer ve uygulamadır. Bir bakıma kültür, bir kişinin günlük yaşamın ödevlerini yerine getirebilmekiçin sahip olması gereken “neyin-nasıl” olacağına dair bilgidir. Bu durumda dil, kültüre ait binlerce ögeden yalnızca biri sayılır; ancak üstlenmişolduğu, kültürün varlığını ve devamlılığını sağlamak, sözlü ve yazılı kültürögelerini bizzat yaratmak, kültürel ögeleri sonraki nesillere taşımak gibi işlevlerindenötürü dil, kültürün en temel ögesidir denilebilir. Dil, fiziksel nesnelerden duygulara kadar uzanan bir alanda farklı türden nesne ve olguları kavramlaştırıp terimlerle işaret etmekle onları düşünce alanı içine almakta, onlara varlık kazandırmakta, böylece, soyut veya somut pek çok kültürel öge dilde varlık bularak kalıcı olmaktadır. Dilin, içinde dile geldiği dünyadan ayrı hiçbir bağımsız hayatı olamaz. Destanlar, halk masalları, atasözleri, deyimler, türküler, maniler vb. pek çok sözlü kültür ögesi, yazıya geçirilmeden önce uzun yıllar nesilden nesile söz ile aktarılmıştır. ilk Türkçe yazılı metinlerimizden olan Kül Tigin, Bilge Kagan ve Tonyukuk yazıtları, dilin görünümlerinden biri olan yazı ile korunup saklanmıştır. Bu nedenle dil, toplumların kültürel hafızası sayılmaktadır. Kül Tigin yazıtında geçen aşağıdaki cümleler, Türklerin Çinlilerle yüzyıllar önce yaşamış oldukları tarihî bir tecrübeyi dil aracılığıyla günümüze taşımaktadır:

eski Uygur Türkleri tarafından Türk Runik yazısı ile kitap biçiminde yazılan ve Runik yazı ile kâğıda yazılmış tek eser olarak günümüze kadar gelen bir fal kitabı olan Irk Bitig, fal geleneğinin eski Türk toplulukları arasında da yaşadığını, o dönemlerde nelerin uğurlu, nelerin uğursuz sayıldığını bizlere haber vermektedir. Irk Bitig, eski Uygur Türklerinin sadece dilleriyle ilgili değil kültürleri ve yaşam tarzlarına dair de bilgiler içermektedir.

Dil ve kültür arasındaki ilişki, bu ilişkinin yönü ve gerçekleşme biçimi her dönemde araştırmacıların dikkatini çekmiş; konu en iddialı boyutuyla, bir dilin sesleri, sözcükleri ve söz dizimi ile o dili konuşanların dünyayı algılama, tecrübe etme biçimleri ve davranış kalıpları arasında doğrudan bir ilişki olduğu şeklinde, antropologlar ve dilbilimciler tarafından tartışılmıştır. Bu durumda bir dilin yapısı, o dili konuşanların dünya görüşlerini de belirlemekte ve biçimlendirmektedir . Lee Whorf’a göre dil, sadece düşüncelerin ifade edildiği bir araç değil, aynı zamanda düşünceyi şekillendiren, bireylerin zihinsel aktivitelerini yönlendiren bir program veya rehberdir.


insanlar farklı toplumsal ortamlarda, farklı amaçlar için, farklı dil biçimlerini kullanırlar. Örneğin birey, isteme eylemini gerçekleştirmek için evde, okulda, resmî ya da samimi bulduğu ortamlarda aynı dilin farklı değişkelerini ya da biçimlerini kullanabilir. Konuşma ortamına ve iletişime katılanların durumuna göre tercih edilen bu konuşma biçimlerinin her birine durumsal dil türü denir. Dil ve toplum arasındaki ilişkinin bir başka görünümü de toplumsal nezakettir. Toplumsal nezaket mesafe, saygı, dayanışma, yakınlık vb. toplumsal ilişkilerin iletişim kodunda birtakım karşılıklar bulduğu ve birden fazla stratejisi olan bir olgudur.


Dil bilimsel açıdan nazik olmak, kişilerle aramızdaki toplumsal ilişkinin gereklerine uygun biçimde konuşmaktır. Uygun olmayan dil bilimsel seçimler kaba olarak düşünülür. Levinson, nezaketin üç ana stratejisinden bahseder:
Negatif nezaket, pozitif nezaket ve örtük nezaket. Bu stratejiler ‘onur’ kavramıyla yakından ilişkilidir. Kapıyı kapatabilir misiniz? Lütfen evrakları imzalayın vb. Negatif nezaket dinleyici üzerinde baskı oluşturmamak ve istenilen işi yapıp yapmamak konusundaki özgürlük alanını daha geniş tutmak amacıyla gerçekleştirilen nezaket stratejilerini içine alır; konuşur ve dinleyici arasındaki toplumsal mesafenin fazla olduğu durumlarda kullanılır. Burada negatif, olumsuzluk anlamında değildir. Negatif nezaket stratejilerinin iletişim ortamına çıkışı daha dolaylı ifadelerle gerçekleşir: Pencereyi açabilir misiniz?
Pozitif nezaket ise, sosyal mesafenin azaldığı, yerini yakınlığın ve dayanışmanın aldığı, daha az resmî stratejilerden oluşmaktadır: Abla şunu ver, ekmeği uzatsana vb. Buradan hareketle, toplumsal statü ve mesafeye farkındalık kadar, toplumsal yakınlık ve dayanışmaya farkındalığın da nezaket olgusunun bir parçası olduğu anlaşılır. Örtük nezaketle kastedilense konuşurun dinleyiciyi baskı altına almadan, isteğini örtük bir biçimde, sezdirerek anlatmasıdır . Sezdirmeler, genellikle doğrudan söylenmesi konuşur tarafından çekinceli görülen durumlarda tercih edilmektedir. Bu strateji, ifadeyi yumuşatabileceği gibi doğrudan reddedilme riskini de büyük oranda azaltır.
Dil, toplumsal kimliklerin şekillendirilmesinde de önemli roller üstlenir. Her yenilenme ve yeni bir söylem inşa etme faaliyeti dille başlar. Bu nedenle bağımsızlığını kazanan ülkelerde dil, bağımsız kimlik inşasının en temel aracı olarak görülür ve bu doğrultuda dil politikaları geliştirilir. Bunun en tipik örneklerinden biri, 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasından sonra yeni kurulan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan gibi ülkelerin, kendi dillerini resmî dil ilan etmeleri ve ulusal kimliklerini, ulusal dilleri ekseninde oluşturmalarıdır. ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan israil’in millî kimliklerinin bir göstergesi olarak 2000 yıldır dinî metinler ve klasik literatür dışında kullanılmayan bir dil olan ibraniceyi yeniden diriltme girişimi, ulus kimliklerinin oluşturulmasında dilin ne derece önemli olduğunu göstermektedir. Cumhuriyetin ilanı sonrasında, 1932 yılında Türk Dili Tetkik Cemiyetinin (Türk Dil Kurumu) kurulması ve Türk dil devrimi ile dilimizdeki Arapça ve Farsça sözcüklerin dilden ayıklanarak bu sözcüklerin yerlerini alabilecek Türkçe sözcüklerin türetilmeye çalışılması, ayrıca Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilmesi, yeni kurulan Türk devletinin kimlik inşasının yönünü de göstermektedir.

Dede Korkut Hikâyelerinde ortaya çıkan kadın tipi islamiyet öncesi Türk toplumsal yapısını daha fazla yansıtmaktadır. Dede Korkut Hikâyelerinde kadın, dahil olduğu her toplumsal bağlamda çekinmeden konuşabilmekte, duygu ve düşüncelerini, tercihlerini açıkça dile getirmekte, evlilik kurumu içerisinde kadının görüşleri dikkate alınmaktadır. Örneğin Dirse Han Oğlu Boğaç Han hikâyesinde, Bayındır Han’ın verdiği büyük davette, evladı olmadığı için kara çadıra oturtulan Dirse Han’ın yaptığı ilk iş, otağına dönüp karısı ile konuşmak, fikirleşmek olur.


 

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

REKLAMLAR

Forum istatistikleri

Konular
17,431
Mesajlar
134,329
Kullanıcılar
90,740
Son üye
VioletAdjub
Üst